İLHAN UZGEL
Ukrayna savaşının kazananı Erdoğan mı?
Türkiye’nin son on yıldır dış politikasında neredeyse tek denge siyaseti izlediği bölgesel gelişme Ukrayna savaşı oldu. En azından ilk başlarda böyle bir görüntü vardı. AKP hükümeti geniş bir coğrafi alanda her sorun ve çatışmaya taraf ve angaje olma yoluna gitmiş, bu yüzden çok sayıda ülkeyle arası bozulmuş, o ülke liderleri hakkında gerek Erdoğan’ın kendisi gerekse ona bağlı medya çok ağır, hakaretler içeren ifadeler kullanmışlardı. Ne var ki, dengeli görünen bu politika öncelikle bir tercih değil koşulların dikte ettiği bir durumdu ve savaş uzadıkça ve Türkiye’de seçimler yaklaştıkça bu dengenin de bozulduğunu, yeni bir aşamaya geçildiğini görüyoruz.
Erdoğan ve Putin biraz da çaresizlikten birbirlerine daha fazla sarıldıkları bir döneme girdiler. Bu yazıda artık Türkiye’nın Batı ile ilişkilerinde Rusya’yı dengeleyici olarak kullanması gibi bir durumun söz konusu olmadığını, ilişkilerin niteliğini belirleyenin iki liderin bir ayakta kalma, iktidara tutunma, bir çıkış bulma gibi şahsi bir dayanışmaya dönüştüğünü tartışacağım.
Dengeleme nasıl olur?
Bütün ülkeler denge politikası izleyebilir, bunda sorun yok. Türkiye’deki bir hükümet de iktidar tasarrufunu kullanarak bir denge politikasını tercih edebilir, bunda itiraz edilecek bir şey yok. Önemli olan bunun bağlamı, koşulları ve elde edilen sonuçtur. Büyük güçler için de denge politikası geçerlidir. ABD, Soğuk Savaş döneminde Sovyetlere karşı ÇHC’ni yanına çekerek yeni bir denge kurdu. Günümüzde de buna benzer politikaları sürdürüyor. Türkiye’nin de önce Milli Mücadele dönemi, sonra da 1965 sonrasında kuzey komşusunu Batı’ya karşı dengeleyici olarak kullanmışlığı vardır.
Geçmişte her iki dönemde de izlenen denge politikası Türkiye’nin lehine işlemiştir. İlkinde askeri ve diplomatik, ikincisinde ekonomik ve kalkınma temelli bir dengeleme süreci yaşanmıştır. 2016’dan bu yana Erdoğan’ın izlediği Rusya politikasına dengeleme demek mümkün değil. AKP hükümetinin izlediği politika birçok açıdan, geçmiş örneklerden ve günümüzde başka ülkelerin (örneğin, Mısır, Suudi Arabistan, İsrail) izlediği denge politikasından ayrışmaktadır.
Putin’in Ukrayna açmazı
Savaş Rusya için iyi gitmedi, gitmiyor. Önce Kiev ve Harkov’dan vazgeçme, sonra ağırlığı güney ve doğu bölgesine kaydırma, burada da Herzon gibi tek yerel başkenti kaybetme gibi bir geri çekilme sürecine girdi. Bunu telafi etmek için Rusya’ya ilhak referandumu düzenledi, kısmi seferberlik düzenledi, mahkumları serbest bırakılma karşılığı askere aldı, Ukrayna’da kent merkezlerini ve elektrik, su, internet altyapısının vurmaya ve İran’dan füze ve drone temin etmeye başladı.
Uluslararası alanda da savaş uzadıkça Putin işgali meşrulaştırmakta daha çok zorlandı. Çin ve Hindistan açıkça durumdan rahatsızlıklarını dile getirdiler. Kasım ortasında BM Genel Kurulunda Ukrayna’daki savaştan Rusya’nın sorumlu tutulduğu kınama kararının geçmesi diplomatik cephede de işlerin iyi gitmediğini gösteriyor.
Putin’in diplomasisi daha iyiydi
Putin genel olarak kendisi gibi sağ, otoriter eğilimli liderlere dayanan ve onları yanına çekerek Batı’da ayrım yaratan bir siyaseti başarıyla uyguluyor. Avrupa kıtasında Macaristan’da Orban, Sırbistan’da Vuciç ile güçlü bağlar kurdu. Bu ülkelere ucuz doğal gaz sağlayıp iktidarda kalmalarına ucundan destek oluyor. Putin Mısır’da Sisi, İsrail’de Netanyahu, Suudi Arabistan’da Selman ile yakın ilişkiler geliştirdi. Esad’ı zaten kontrol ediyor, İran ile Suriye’de sorunlu bir ilişki varsa da, stratejik olarak ortaklığını sürdürüyor, Ermenistan siyasetinde ise en önemli dış aktör.
Putin’in diplomasisi her durumda, ordusundan daha güçlü, etkili ve başarılıydı. Küresel alandaki dengeleri başarılı bir şekilde oluşturup uygulayabiliyor, başta Almanya Avrupa’yı kendisine bağlıyor, Çin ve Hindistan gibi birbirine düşman iki büyük gücü kendine yakın tutuyor, Ortadoğu’da Libya, Suriye sahalarında önemli ve belirliyici oluyor, Kafkasya’da ve Orta Asya’da kontrolü elinde tutuyordu. Gürcistan ve Kırım hamlelerini az hasarla atlatabiliyordu. Savaş uzadıkça ve geri çekildikçe Putin’in pozisyonu zayıflamaya başladı.
Kaybettikçe Erdoğan’a yanaştı
Erdoğan bu denklem içinde hem coğrafi hem de stratejik açıdan önemli bir konumda bulunuyordu. NATO ve AB’nin ortak üyesi olan stratejik konumdaki bir ülkeyle liderlik üzerinden güçlü bir bağ kurmuştu. Putin savaşta sıkıştıkça Erdoğan’a duyduğu ihtiyaç artmaya başladı ve Erdoğan da bunu fark etti. Türkiye ile Rusya arasında yaşandığı söylenen “rekabetçi işbirliği” gibi kavramların bir anlamı kalmadı. Türkiye’de seçimler yaklaştıkça ve Erdoğan’ın oyu düştükçe Erdoğan kadar, Putin’in de endişesi arttı ve Erdoğan’a yönelik söylemi de değişmeye başladı. Türkiye’nin yaptırımlara uymayacağını açıklaması, Rus oligarkları davet etmesi Putin için daha en başından elde edilmiş kazanımlardı. Türkiye Şangay İşbirliği Örgütüne diyalog ortağı olarak kabul edildi.
Putin, Ekim sonundaki Valday konferansında Erdoğan’ı güvenilir bir ortak olarak ilan etti. Dahası Putin sürpriz bir şekilde Türkiye’yi enerji hub’ı yapmak istediğini açıklarken doğrudan Türkiye kamuoyuna oynadı. Sonuçta enerji her evi, işyerini ilgilendiren bir konuydu. Akkuyu Santralini yapan şirket hisselerini alarak ilk partide beş milyar dolar aktardı. Erdoğan’ın arabuluculuk girişimlerine karşılık vererek onun uluslararası profilini yükseltmesine, tahıl anlaşmasına yanaşmasına hatta bunu sona erdirip, birkaç gün sonra Erdoğan sayesinde tekrar döndüğünü göstererek büyük bir lider görüntüsü vermesine destek oldu. Erdoğan bu fırsatı içeride ve dışarıda sonuna dek kullandı.
Erdoğan’ın çıkışı Putin mi?
Ukrayna savaşı Erdoğan için seçim yolunda bir lütufa dönüşmeye başladı. Erdoğan, Putin Rusyasının dışa açılma kapılarından biri oldu. Putin, Türkiye ile NATO arasında yarattığı en küçük ayrımı kazanç olarak görüyor. Türkiye gibi bir NATO üyesine S-400 sattı, nükleer santral inşa ediyor, turizm konusunda Türkiye Rus turiste muhtaç durumda, meyve-sebze pazarı olarak önem taşıyor. İlginç olmayan bir şekilde Ukrayna savaşı Rusya ile ilişkileri derinleştirdi. Erdoğan Putin ile yüz yüze görüşen tek NATO üyesi ülke lideri olmakla kalmadı, dört kez görüştü, defalarca telefon görüşmesi yaptı. İki lider dış ticaretin yüzde 25’ini ruble ile yapma kararı alırken, İbrahim Kalın BOTAŞ’ın Rusya’ya borcunu 2024’e ertelemek için girişimde bulunduklarını söyledi. Putin’e paralel bir şekilde Erdoğan da Batı karşıtı ve Rusya’yı kollayan söylemine ağırlık vermeye başladı. Ticari ilişkilerde de Türkiye’nin Rusya’dan ithalatı geçen yıl yüzde 200 civarında artış gösterdi.
Denge kalmadı
Erdoğan Putin’e yaklaştıkça Ukrayna-Rusya arasındaki denge de sarsılmaya başladı. Öyle ki, Ukraynalı yetkililer oligarkları davet etmesinden rahatsız oldular. Ama son dönemde tahıl anlaşması adı altında Rusya’nın kendilerine ait tahılı sattığı gerekçesiyle Ankara’ya tepki gösterdiler, dahası Suriye’deki S-300 füzelerini Türkiye üzerinden geçirerek Ukrayna’ya gitmesini kamuoyu önünde eleştirdiler. Hatta, Kiev’deki büyükelçiyi bakanlığa çağırıp bu rahatsızlığı açıkça dışa vurdular.
Erdoğan’ı denge siyasetinden uzaklaştıran nedenlerden biri de Biden ile istediği yakınlığı kuramamasıydı. Bu kilidi açmak için Erdoğan Putin’e yaklaşmayı ve böylece ABD sistemini endişelendirmeyi denedi. Türkiye’yi kaybetmekten çekinen Biden, Suudi Prensi Selman gibi Erdoğan ile arayı düzeltebilirdi. Ama bu yöntem işlemedi. Erdoğan, Selman gibi elinde petrol kozu türünden bir manivela olmadığını öğrenmiş olmalı. ABD yönetimi Erdoğan’ın bu blöfünü gördü, Putin’in Erdoğan’a destek olmak için neler yapabileceğini uzaktan izlemekle yetindi. Erdoğan yönetimine seçimlere kadar işine yarayacak bir şey yapmak ya da seçim sürecinde ABD aleyhine kullanarak prim yapacağı bir koz vermek istemiyor. F 16 savaş uçağı konusunu ise Erdoğan yönetiminden bağımsız bir konu olarak görüyor, müttefiki Türkiye ile bağları askeri alanda işbirliği, bunun her şeye rağmen devam ettiğini göstermek istiyor.
Arabuluculuk işe yarar mı?
Erdoğan’ın arabuluculuk girişimleri, tahıl konusu hariç, Batı’da özel bir takdir yaratmıyor. Erdoğan’ın hem Zelenskiy hem Putin ile görüşebilen bir lider olmasının Batı’da zannedildiği gibi büyük bir karşılığı yok. ABD ile Rusya arasında diplomatik ilişkiler kesilmiş değil, ABD resmi olarak Rusya ile savaşmıyor. ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Sullivan, Savunma Bakanı Austin, en son CIA başkanı Burns muadilleriyle pekala telefon ya da yüz yüze görüşebiliyorlar. ABD’li yetkililer savaşın bitmesini isterlerse ve bu amaçla Zelenskiy yönetimine telkin ya da baskıda bulunup diplomatik görüşmelerin başlatılmasını sağlarlarsa, bunun mekanı Türkiye de olabilir bir başka ülke de. Ukrayna ise savaş koşullarında Türkiye’yi karşısına alabilecek durumda değil ve Erdoğan yönetimi bunu bildiği için, eli daha rahat. Savaş bitince Rusya’ya yaptırımlara katılmadığı ve oligarklara alan açıldığı için Ukrayna tarafı Erdoğan iktidarı devam ederse, bunu ilişkilerde sorun edecektir.
Erdoğan dış politikada sık dile getirilmesinin aksine İslamcı ve İhvancı, mezhepçi olmadı. Müslüman Kardeşler ile ittifak yaptı çünkü içinden geldiği hareket tarihsel olarak bu gruplara yakındı, bağlantıları vardı ve 2010’ların başında Müslüman Kardeşler ılımlı İslamcılığın temsilcisi olarak görünüyordu ve Erdoğan’ın üstünlüğünü, liderliğini kabul etmişlerdi. Yani Erdoğan’ın bölgesel ihtirasları için en güçlü, en sadık dayanak noktası onlardı. Yoksa Erdoğan’ın dış politikasının ideolojik bir ekseni, hattı yok, hiç olmadı. Rusya ile ilişkiler de bunun dışında değil. Putin Müslüman Kardeşlerin Suriye ve Libya’daki uzantılarıyla savaşıyor. Günümüzde iyice ortaya çıkan tablo Putin ile Erdoğan’ın birbirlerine dayandığı, dayanıştığı, birbirinin varlığından güç aldığı, kurumsal olmayan, devletten devlete gelişmeyen, merkezinde seçim kazanmaya ve iktidarda kalmaya odaklı bir ilişki kalıbı. Bu dayanışma Erdoğan’ı iktidarda tutmaya yetecek mi, seçimlerde göreceğiz. Erdoğan seçimleri kazanırsa bu ilişki şekli başarı kazanmış olacak ve güçlenerek devam edecek.