TEZCAN KARAKUŞ CANDAN
Vicdan Masası
Latin Amerika ülkeleri ile Türkiye’nin tarihsel olarak yaşadıkları benzerlikler hepimiz için öğretici.
Şili’de seçimle gelen sosyalist Salvador Allende hükümeti sadece 3 yıl görevde kaldı. 1970-1973 arasında Allende’nin Şili’de attığı adımlar ve uyguladığı politikalar, soğuk savaş döneminde kapitalizme karşı bir ilham kaynağı potansiyeli taşıyordu.
ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissenger’in “Birleşik Devletler güvenliği için çok tehlikelidir” dediği Allende hükümeti ABD ve CIA destekli askeri darbe ile 11 Eylül 1973’te sonlandırıldı. Salvador Allende, devlet başkanlığı binasında katledildi.
Darbe ile göreve getirilen Augusto Pinochet’in görevi, ABD menşeili neoliberal ekonomik politikaları hayata geçirmekti. Böylece Şili neoliberal politikaların laboratuvarı oldu. Askeri darbe ile başa getirilen Pinochet diktatörlüğü, zorun gücü, katliamlar, uyguladığı ekonomik politikalar ve karşı direnişlere geliştirdiği stratejilerle neo-liberalizmin diğer ülkelere transfer edilmesinin aracı haline geldi.
“AKP’nin hukuksuzluğu 12 Eylül hukukunu aratan sürecin adı oldu”
Türkiye’de neoliberal politikaların hayata geçirilmesi de 24 Ocak ekonomi kararlarının uygulanması için 12 Eylül 1980’de yapılan askeri darbe ile gerçekleşti. Zorun gücü, katliamlar, tutuklamalar, gözaltılar ile toplumsal muhalefet etkisizleştirildi. Demokrasi askıya alındı, siyasal islamın önü açıldı. Neoliberal ekonomik politikalarının 1. kuşak yapılandırması Turgut Özal, 2. kuşak yapılandırması olan “eğitim, sağlık, kent, sosyal güvenlik uygulamaları” ise AKP iktidarı ile yaşama geçirildi. Sosyal devlet ve hukuk devleti rafa kaldırıldı. Şili’de Katolik din, Türkiye’de İslam'ın siyasallaştırılması neoliberal politikaların uygulanmasının perdeleyicisi haline getirildi.
Türkiye’de neoliberal politikalarla küreselleşmenin yoğun etkisi altında, sürece sermaye ile devletin iç içe geçtiği şirket devlet yönetimi damga vurdu. Eşitlikçi ve adil olan sosyal devlet, yerini biat eden tebaasını beslemeye dönük “şirketin sosyal sorumluluğuna” dönüşürken, şirketlerin hukuku, hukuk devletinin üstüne çıktı.
Eğitimin ve sağlığın paralı hale geldiği, özel emeklilik sigortasının teşvik edildiği ve kentsel ölçekte tüm uygulamaların kamusallıktan uzak şekilde paraya tahvil edildiği bir dönemin kurgulayıcısı olarak göreve gelen AKP iktidarı, kuralların olmadığı bir dönem ile 12 Eylül hukukunu bile aratan sürecin adı oldu. Tam da Şili’de 17 yıl iktidarda kalan Pinochet dönemi gibi. Pinochet, onca yolsuzluk dosyasına, onca katliama, hukuksuzluğuna rağmen ABD desteğiyle tesis ettiği neo-liberalizmin nimetlerini iktidarını pekiştirmek için kullanmış, iktidarını zorun gücüyle tesis etmişti. Bu zorun ve hukuksuzluğun karşısında sağından soluna, muhafazakârından radikaline 17 partinin oluşturduğu cephe yer aldı ve tüm tartışmalar ve anlaşmazlıklar diktatörlüğün karşısında donduruldu. Başka da çare yoktu. Çünkü hiç kimsenin yaşam ve hukuk güvenliği kalmamıştı. Ses çıkaran tüm kesimler hedef halindeydi.Tüm toplumun yaşantısı neoliberal politikalarla derinden sarsılmıştı. Zenginler daha çok zenginleşiyor, halk daha çok yoksullaşıyordu. Temel gıda maddesi ekmeğin fiyatı on kat arttırılmıştı. İşletmeler kapatılıyor, satın alma gücü düşüyor, orta sınıf yoksullaşıyordu. Fuhuş, yolsuzluk, rüşvet suçları giderek artıyordu. Halk, araba kredisi, konut kredisi, eşya kredisi, tatil kredisi ve baskı ile hareketsiz kılınmıştı.
Neoliberal ekonomik tüm göstergelerle birlikte benzer durum Türkiye için de geçerli. Konserlerin, festivallerin yasaklandığı, sanatçıların, kadınların, siyasetçilerin, farklı düşünen herkesin hedef haline getirildiği, Anayasa Mahkemesi, AİHM kararları ve Danıştay kararlarının yok sayıldığı, 3 kez beraat ettikleri halde Gezi davası sonucu özgürlüğünden mahrum edilenler, nitekim bu hafta kentsel rant odaklarından Sinan Aygün'ün şikayeti ile sermayenin aracı haline getirilen İçişleri Bakanlığı yüksek disiplin kurulunun, Danıştay kararına rağmen devlet memurluğu görevimden ihraç edilmem, gelmekte olanı bize hatırlatıyor.
“Vicdan zorbalığa karşı direnecek”
Şimdi artık hiç kimse için hukuk güvenliğinin kalmadığı böylesi bir dönemde 2023 seçimlerine gidiyoruz. Neo-liberalizm ile siyasal İslam'ın 21. yüzyılda 21 yıllık iktidarını sonlandıracak bu son seçim “armudun sapı, üzümün çöpü” evresini çoktan geçti bile.
Siyasi partilerin, sol siyasetlerin oluşturduğu birlikteliklerin tek bir masa etrafında bir araya gelmesi, uzlaşma kültürü yeni yeni oluşmaya başlamış ülkemizde oldukça zor. Ama Türkiye’nin ilginç bir damarı var. Her şeyin farkında değilmiş gibi duran ama gerçekte farkında olan hali: Kolektif aklı, yani vicdanı. İşte bu hal, her hal ve şart altında kendiliğinden büyük bir masayı sandıkta kuracak. Çünkü kişilerin, kurumların, kendini hukukun üstünde görerek verdiği kararlar iki şeyi ortaya çıkarır: Birisi gelmekte olan kaosu, diğeri toplumsal vicdanı.
Cumhuriyet’in 100. yılına giderken 2023’te sandıkta kurulacak ve kazanacak olan doğruluk, dürüstlük hakkaniyet ve etik değerlerle donatılmış, pusulası insanlık olan en büyük masa “vicdan masası” olacak. 11 Eylül’den, 12 Eylül’e, Şili’den Türkiye’ye, tarihin her noktasında, bir adım geri atmadan “vicdan zorbalığa karşı direnecek.”