TEZCAN KARAKUŞ CANDAN

TEZCAN KARAKUŞ CANDAN

Yerel Seçimlerin Dinamosu Kent Hakkı

Yerel seçimler süreci yaklaşırken, yerel yönetimlerin görevi, sadece asfalt yapmak, sosyal yardım dağıtmak, düzenleme diye yeşil alanları betona boğmak değil, iktidarın rejimle hesaplaşmasına karşı bir arada yaşama, laiklik ve çağdaşlığa sahip çıkma kültürünün mekânsal örgütlenmesini de kurmaktır. Barınma sorunu, sağlıklı konutlarda yaşam hakkı, ucuz kiralık evlerin üretimi, mekânın dönüştürücü gücü ile yaşamı dönüştürme kararlılığı bu dönemin öncülleridir. Kent bilinci, kent kültürü, yaşama sahip çıkma kararlılığı, yerel yönetimlerde hayata geçirilecek her projenin sigortası ve dinamosudur.

İktidarın, mülkiyet hakkına göz koyan, malına ortakçı çıkan, yerleşim alanlarını da rezerv alan ilan eden, yerel yönetimlerin yetkisini gasp eden Kentsel Dönüşüm Kanunu ile yerel yönetimleri kıskaç altına alacağı, kıpırdayamaz hale getireceği aşikar. Kentsel Dönüşüm Kanunu’nun amaçlarından biriside bu. İktidar bütün bir ilçenin sınırlarını rezerv alan ilan ettiğinde, ortada ne belediye kalır, ne kentte yaşayanların mülkiyet hakkı, ne de kent.

Yerel yönetimin harcı kent hakkı

Kent hakkı kavramının bir bütün olarak yerel yönetimlerin her uygulamasının harcı ve yapı taşı olacağı günlerdeyiz. Kentsel dönüşüm kanunu ile kentiniz sizin kentiniz, eviniz sizin eviniz değil artık. Yerel yönetimlerin en önemli mücadele hattı bu koşullar altında kent hakkıdır. Kentliyle birlikte projelerin yaşama geçirildiği mücadeleci bir yerel yönetim dönemidir bizi bekleyen. Rantın inşaat sektöründe bir müdürlük, kent suçlularına “ağabey” demek değildir belediyecilik.

Toplumcu belediyecilik somut durumun somut tahlili ile hem mekânsal hem toplumsal örgütlenmenin adıdır. Ahmet İsvan, Erol Köse, Vedat Dalokay, Fikri Sönmez dönemin ihtiyaçları üzerinden katılımcı, yaratıcı ve mücadeleci yöntemlerle toplumcu belediyeciliği hayata geçirdiler. Şimdi somut durum açık, kentimizi evimizi ve rüzgarımızı çalmaya niyetlenen bir sistemle karşı karşıyayız.

Hukuk yoluyla kente söz söyleme

Başkent’in mekânlarını, vadilerini, fabrikalarını, tarım arazilerini, topraklarını ve Cumhuriyet değerlerini kıyasıya savunurken arkasında yatan ranttan azade bir düş vardır. Kentin sağlıklı gelişiminin sağlanması, var olan değerlerin korunarak gelecek kuşaklara aktarılması, kentte yaşayanların kendilerini değerli hissedecekleri mekânların varlığı için mücadele etmek; kendimiz, kentimiz, geleceğimiz ve hepimiz içindi kurulan düşler. Ödenen bedeller, uykusuz geceler, binlerce hukuk süreçlerinde binlerce kurulmuş düş vardı.

Katılımcı bir yerel yönetim yoksa, ortak akıl yerine “ben” aklı hakimse kenti savunma, sözünü söyleme, düşe ulaşmanın ilk adımı ve en önemli argümanları hukuksal süreçler oluyor. Hukuk yoluyla fikrini söyleme, uzman bilirkişilerle söylediğinin bilimsel haklılığını kanıtlama, katılımcı sürecin bir parçası haline geliyor. Kentsel planlama süreçlerinde meslek örgütlerinin açtığı davaların sayısı, aynı zamanda o kentin yerel yönetimlerinin yada merkezi iktidarlarının katılımcılık karnesindeki kırık notlarında göstergesi.

Kent ve yerel yönetimler birlikte nasıl yönetilir, sözün değeri, mekânın değeri, insanın değeri, bilimin değeri nasıl görünür ve hissedilir hale gelir? Kentlilere, üniversitelere, meslek odalarına masada sözünü söyleme ortamı yaratılmıyorsa yada masada söyledikleriniz dikkate alınmıyor masa bir formaliteden öteye gidemiyorsa, işte o zaman yeni bir masa kurma zorunluluk haline gelir. Kentle ve mekanlarla ilgili açılan her dava bilimle, akılla, aşkla, mimarlıkla kurulan düşün hayata geçmesi için yeni bir masa kurmanın adıdır.

Düş kurduk gerçekleştirdik

2006 yılının ağustos ayıydı. Dostlarla birlikte cumartesi kahvaltısındaydık. Gazetede Ulucanlar Cezaevi’nin boşaltıldığını ve yıkılarak ayakkabıcılar çarşısı yapılacağını okuduğumuzda içimiz cız eti. Türkiye siyasi tarihine tanıklık etmiş, gelecek kuşaklara aktarılması gereken bir değer elimizden kayıp gidecekti. Dönemin Belediye Başkanı Melih Gökçek’in tek aklı, yıkıp yerine ayakkabıcılar çarşısı yapmaktı. Bu aklı yenmenin bir yolu olacaktı elbette. O gün o kahvaltı masasında Ulucanlar Cezaevi’nin geleceğine ilişkin bir düş kuruldu.

Bu düşün hayata geçirilmesi için, bu fikrin toplumsallaşması, ortak akla dönüşmesinin örgütü Mimarlar Odası Ankara Şubesi oldu. Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin takip eden ilk yönetim kurulu toplantısında bu düşü ve her aşamasını paylaştığımda, düş ortaklaştı hepimizin düşü oldu. Kamuoyu ile paylaşmadan bütün hazırlıklar tamamlandı. Ankara Barosu ile süreci birlikte organize etmek için görüşüldü. Sonra tüm demokratik kitle örgütleri ile yüz yüze görüşmeler yapılarak destekleyen kurum olmaları istendi.

Katılım bir yöntem değil bir süreçtir

Ulucanlar Cezaevi’nin geleceğini kentin ortak düşü haline getirebilmek, belediye başkanının tek aklına karşı ortak aklı aramak için Kent Düşleri Proje Fikir Yarışması şartnamesi hazırlandı. Yarışma şartnamesinin her satırı, her fikri uzun tartışmalarla olgunlaşıyordu. Aslında yalnızca bir yarışma şartnamesi değil, bir mücadele ve katılım süreci tarifleniyordu. “Katılım bir yöntem değil bir süreçtir” fikri o üretimden çıktı. Mimarlık öğrencilerinin katılacağı yarışmada beklentimiz mekâna dair fikirler oluşturulurken mekân üzerinden ülkenin siyasal tarihinin de keşfedilmesi katılımcıların bu yolla mekan üzerinden politikleşmesi idi, öyle de oldu.

Yarışmanın ilanı için cezaevinin projelerine ve görsellerine ihtiyacımız vardı. Google Earth üzerinden mekânların dış kontürleri çıkartıldı ama yeterli değildi. Yapının içine girmemiz, fotoğraflarını, videolarını çekmemiz ve ölçülerini almamız gerekiyordu. Yaratıcı akıl burada devreye girdi.

Önce Adalet Bakanlığı’na resmi yazı yazarak cezaevi mimarisini yerinde incelemek istediğimizi ve Ulucanlar Cezaevi’ni mimarlarla birlikte gezmek isteğimizi ilettik. İzin çıktı. Hepimiz çok heyecanlıydık. Bir otobüs gidecektik. Katılımcılar belirlendi. Herkesin görevi vardı. Kimi fotoğraf çekecek, kimi video kaydı alacak, kimisi de seyyar rölöve aletleri ile ölçümleri yaparak krokiler için hazırlık yapacaktı. İnceleme gezisi gerçekleşti. Üç saat içerisinde binlerce kare fotoğraf, video ve tüm mekânların ölçüleri alındı. Kent Düşleri Proje Fikir Yarışması için dokümanlar böylece hazırlandı. Çalışmalar devam ederken rapor hazırlanarak Kültür Bakanlığı Koruma Kurulu’na Ulucanlar Cezaevi’nin korunması için tescil başvurusu yapıldı. Başvuru kısa sürede sonuçlandı ve Ulucanlar Cezaevi kültür varlığı olarak tescillendi.

Kent Düşleri Proje Fikir yarışması 2007 yılının Şubat ayında ilan edildi. Yarışmaya son kayıt tarihi 12 Mart, kazanların sergilenmesi ve ödül töreni 6 Mayıs tarihleri belirlenirken tarihin hafızaya gönderdiği simgesellikler seçildi. Gazeteci Nergiz Demirkaya Ulucanlar Cezaevi’ni ve Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin açtığı yarışmayı, dönemin Adalet Bakanı Cemil Çiçek’e sordu. Cemil Çiçek kamuoyu önünde “yarışma sonuçlansın bakarız” dedi. Yarışmaya 600 kişi başvurdu, başvuranların yer görmesi için Cezaevi için yine izin verildi. İlk elemeyi geçen projeler kamuya açık şekilde sunumlarını yaptı kentin tüm aktörleri Ulucanlar Cezaevi için üretilen düşlerin katılımcısı oldu. Yarışmada müze fikri kazandı. Yarışmanın tartışmaları, sergileri Ulucanlar Cezaevi’nde gerçekleşti. Adalet Bakanlığı 15 gün boyunca Ulucanlar Cezaevi’ni Mimarlar Odası Ankara Şubesi’ne tahsis etti. 15 gün içerisinde onlarca etkinlik yapıldı. Cezaevi’nin Nizamiye Kapısında gezmek için binlerce insan kuyruğa girdi. O gün zımni olarak herkes Ulucanlar Cezaevinin müze olma fikrini onaylamıştı.

Yarışma sonuçlandıktan sonra Adalet Bakanlığı Mimarlar Odası Ankara Şubesi’ni davet ederek Ulucanlar Cezaevi yarışmasına dair brifing istedi. Brifing verildi, yarışma projeleri ve müze fikrine Adalet Bakanlığı da katıldı. Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Adalet Bakanlığı, Ankara Barosu ve Altındağ Belediyesi arasında dörtlü protokol yapıldı. Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin açtığı kent Düşleri Proje Fikir yarışmasında yüksek lisans dalında 1. olan fikir projesi uygulandı ve Ulucanlar Cezaevi müzeye dönüştürüldü. Uygulama sırasında gerilimler yaşansa da Ulucanlar Cezaevi Gökçek’in istediği gibi yıkılarak ayakkabıcılar çarşısına dönüşmedi. Yıkılmadı, müzeye dönüştü. Bu bizim düşümüzün gücü ve başarımız.

Büyük düşler

Ulucanlar Cezaevi için bir cumartesi sabahı kurduğumuz düş gerçeğe dönüştü. Kentin her noktasında yargıya taşıdığımız sahiplendiğimiz mücadele verdiğimiz her alanda binlerce kent düşümüz var. Saraçoğlu Mahallesi önce satılmak istendi mücadele ettik satılmadı. Sonra Cumhuriyet’in ilk toplu konut alanı yıkılarak yerine yüksek yoğunluklu yapılar yapılmak istendi. Mücadele bir üst düzeye geçti. Başkent Dayanışması sokağa çıktı. Saraçoğlu Mahallesi yıkılmadı bizim başarımız. Şimdi kamusallığını özelleştirdiler, ticarileştirdiler buda iktidarın ayıbı. Yapılar ayakta düşlerimiz baki.

Atatürk Orman Çiftliği alanları Cumhuriyetin kurucu değerlerinin devrimci mekanı, bugün toplumsal bir bilinç sıçraması yaratmışsa, pek çok yapıları tescillenerek korunuyorsa, Atatürk’ün vasiyetine hukuka karşı yapılan kaçak saray için iktidar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde 100 sayfalık savunma veriyorsa, Ankapark ve kaçak saray meşruiyetini hala sağlayamıyorsa bu bizim kurduğumuz düşün verdiğimiz mücadelenin başarısı. Bu düşler ki çok ve hepimizin parçası.

Ankara’nın her yeri, Atatürk’ün Çankaya'sı, Vadileri, Cumhuriyet’in kurucu mekânlarının olduğu her alan, çok kültürlülüğü yaşatan tüm mekânlarda düşlerimiz büyüyor. Atatürk Orman Çiftliği alanları, Havagazı Fabrikası yerleşkesi, Cumhuriyet’in köklü mahalleleri kent düşlerimizin ana mekânları. Daha iyiyi daha güzeli daha yaşanılası mekânları hepimiz hak ediyoruz. Bu kentte hepimizin hakkı var.

Baskıya karşı yaşayanlarını özgürleştiren, farklılıklarımızla birlikte yaşamayı mekân üzerinden örgütleyen, sağlıklı kent politikaları üreten, düş kuran ve gerçekleştiren, dayanışan, mücadeleci belediye ile yerelden umudu büyütecek, yeniyi içerisinden çıkartacak rüzgârlara, kadrolara ihtiyacımız var.

Birlikte düş kuralım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
TEZCAN KARAKUŞ CANDAN Arşivi
SON YAZILAR