Çin, Körfez’i ABD’den alabilir mi?

Çin lideri Şi Jingpin’in geçtiğimiz hafta, 9 Kasım 2022’de Suudi Arabistan’a yaptığı gezide hem Körfez İşbirliği Örgütü üyeleri, hem de Arap Birliği liderleri ile görüşmesi bölgesel gelişmelerle ilgili olduğu kadar dünya sistemindeki dönüşüme dair de çok önemli ipuçları veriyor.

Çin liderleri ve hatta Şi daha önce de bölgeyi ziyaret etti ama bu kapsamda, bu derinlikte bir görüşme trafiği ve anlaşma yoğunluğu yaşanmamıştı. Burada önemli olan Çin’in Körfez bölgesine yaptığı bir ziyaret ve imzaladığı anlaşmalardan çok bu olayın ABD hegemonyasındaki dönüşümün izlerini takip etmemize katkı sağlaması. Bu yazıda söz konusu ziyaret çerçevesinde Körfez ülkelerinin küresel sistemde hareket alanlarını nasıl genişlettiklerini tartışıp, bunun Türkiye açısından sonuçlarını ele alacağım.

ABD ve Körfez


ABD hegemonyasının en önemli dayanaklarından biri Körfez bölgesinin petrol ve doğal gaz üreticisi ülkeleri üzerinde kurduğu özel ilişkiydi. Bu yalnızca jeopolitik, yani coğrafi konum değil enerji üzerindeki stratejik kontrol ve enerjinin dolaşım değerinin dolara bağlı olmasından kaynaklanan bir hakimiyet ilişkisiydi. ABD Başkanı Roosevelt’in, Şubat 1945’te Yalta Konferansından sonra Suud kralıyla görüşüp, ABD ile Suudi Arabistan arasında güvenlik karşılığı petrol uzlaşmasıyla başlayan özel ilişkiler, tarihte ilk kez sarsılmaya başladı. Geçmişte ders kitaplarının ezberi olan İsrail’in güvenliği, petrolün uluslararası piyasalara güven içinde ulaşması, başka büyük güçlerin bölgeye sokulmaması ve ABD’ye yakın otoriter monarşik rejimlerin istikrarının sağlanması gibi ilkelerin günümüzde geçerliliği azalıyor. Buna eşlik eden bir gelişme olarak geçmişin ABD karşısında edilgen, Amerikan dış politikası doğrultusunda hizalanan bir Körfez yok ve bunun başını da Suudiler çekiyor.

Küresel dönüşümü takip eden Körfez ülkeleri 2000’lerden itibaren dış politikalarını çeşitlendirmeye çalışıyorlar, bu çerçevede Rusya ve Çin ile ilişkilerini geliştiriyorlar.
ABD Trump döneminde silah satışına ve İsrail’in güvenliğine odaklanıp, Biden döneminde ise önce demokrasi ve insan hakları deyip, Hint-Pasifik’e ağırlık verme adına bölgeyi eskisi kadar öncelemeyeceğini açıklayınca Körfez ülkeleri dış politikadaki hareket alanlarını genişletmeye ağırlık verdiler.



Çin için Körfez Bölgesi Neden Önemli?



Çin yalnızca Körfez değil dünyanın her bölgesinde etkinlik alanını genişletmeye çalışıyor. Çin’in ilk göz diktiği bölge Afrika olmuştu. Latin Amerika’dan Balkanlar’da Yunanistan’ın Pire limanından, Sırbistan’a, geçtiğimiz ay hisse satın aldığı Hamburg liman işletmesinden Pakistan’ın Gwadar limanına, İsveç’in Volvo firmasını satın almadan İsrail’e Huawei 5 G yatırımına dek bir çok yerde altyapı yatırımları, satın almalar ve artan ticari ilişkilerle varlığını gösteriyor. Körfez ise bazı açılardan önemli. Öncelikle simgesel olarak Çin, ABD’nin geleneksel nüfuz alanına burnunu sokmuş oluyor. İkincisi, enerji konusunda kendisini güvence altına almış oldu. Suudi Arabistan Çin’in en büyük tedarikçisi oldu, bu ülkenin petrol ihtiyacının yüzde 18’ini karşılıyor, bu açıdan Rusya’yı geçti. ABD’nin buna doğrudan itirazı yok. ABD Çin ekonomisinin çökmesi peşinde değil, başta kendisi (örneğin Apple) çok sayıda Batılı şirketin yatırımı var. Sonuçta Suudiler de petrol satmak zorunda, dolar kullanıldığı sürece bunda bir sorun yok. Çin akılcı bir hamleyle Suudilerden petrol alırken, Ukrayna savaşı yaptırımlarıyla kendisine iyice muhtaç hale gelmiş olan Rusya ile pazarlıkta elini güçlendirmiş oldu. Bölge ülkeleri ayrıca iyi bir pazar, dış ticaret hacmi giderek artıyor ve günümüzde 300 milyar dolara varmış durumda.
Çin ayrıca ufaktan askeri bağlarını da geliştirmeye çalışıyor. ABD’yi bu durum daha çok rahatsız ediyor. BAE’ne drone satışı, Suudilerle balistik füze yapmaya çalışması gibi gelişmeler dikkat çekici.

Genel olarak bakıldığında Çin 12 Arap ülkesiyle stratejik işbirliği, 20 Arap ülkesiyle Kuşak Yol girişimi anlaşması imzaladı, 15 Arap ülkesi Çin’in başını çektiği Asya Altyapı Yatırım Bankasına üye oldu.
Çin son ziyarette Suudi Arabistan ile 30 milyar dolarlık çeşitli anlaşmalar imzaladı. Genel olarak Çin’in büyük anlaşmalar yaptığı ama içinin yeterince doldurulmadığı biliniyor. Örneğin, geçtiğimiz yıl İran ile 25 yıllık 400 milyar hacminde bir işbirliği anlaşması imzalandı ki, henüz petrol satışı dışında herhangi büyük bir yatırım gerçekleşmedi.



Şi’nin ziyaretinin anlamı

ABD Başkanı Biden, Suudi Arabistan Prensi Selman’ı İstanbul’da konsoloslukta öldürülen Kaşıkçı cinayetine atıfla “parya” olarak nitelemişti, devamında uzun süre temas kurmayı reddetmişti. Genel olarak da, ABD’nin Körfez’e olan yükümlülüğünü azaltacağı, Ortadoğu bölgesinin gereksiz yere ABD’nin stratejik enerjisini emdiği gibi tartışmalar yaşanıyordu. Selman’ın Suudi dış politikasını çeşitlendirmeye çalışması, ABD’nin doğrudan bölge petrolüne ihtiyacı olmasa da, petrol arzını artırarak dünyadaki petrol fiyatını düşürmesi için Suudilerden ricacı olması, Biden’ın gidip Selman ile görüşmek zorunda kalması, hatta son olarak Kaşıkçı davasını düşürmesi, Ortadoğu’dan çıkmayacağız açıklaması gibi hamleler de, Suudilerin Çin kapısını yoklamasına engel olmadı.

Ziyaret tam da bu bağlamda gerçekleşti. Öyle ki, aynı ziyaret içinde hem Suudi Arabistan ile Çin arasında çok sayıda anlaşma imzalandı, hem Körfez İşbirliği Örgütü üyeleriyle görüşmeler yapıldı, hem de Arap Birliği’ne üye Mısır, Sudan, Irak, Kuveyt, Tunus, hatta Filistin Yönetimi liderleri bile Şi ile buluştu. Dolayısıyla, ziyaret Çin için geniş Ortadoğu bölgesine yönelik büyük bir açılıma dönüşürken, bir gövde gösterisi oldu. Ama bunun kadar önemli olan ABD müttefiki olarak bilinen çok sayıda ülke liderinin Şi ile görüşmek için sıraya girmesiydi. Daha çarpıcı olan, Haziran ayında Selman’ın ayağına kadar giden Biden’a gösterilen düşük seviyeli protokol ile karşılaştırıldığında Şi’ye yüksek düzeyde bir protokol uygulanmasıydı. Şi bu ziyaret ile Ortadoğu’da bir oyuncu olduğunu tescillemiş oldu. Çin artık Suudilerin 2030 Vizyon’u ile Kuşak Yol Girişimini birleştirmekten söz ediyor, iki ülke Suudilerin NEOM adını verdikleri teknoloji şehrinin dijital altyapısını sağlama projesi konusunda anlaşıyor, iki ülke lideri her iki yılda bir görüşme kararı alıyor, Suudi Arabistan Şangay İşbirliği Örgütü’ne diyalog partneri oluyor.

İçişlerine karışmayalım

Devletlerin içişlerine karışmamaları BM Şartıyla garanti altına alınmış en temel ilkelerden biri. Uygulamada da gayet yerleşmiş, kabul görmüş bir uluslararası hukuk ve yapılageliş ilkesi. İlk bakışta da kulağa uygun ve mantıklı geliyor. Örneğin, bir büyükelçinin görev yaptığı ülkenin iç politikası hakkında yorum yapması, bir siyasetçinin başka bir ülkedeki seçimlerde açık taraf olması, bir tarafa destek açıklaması vs kabul edilmeyen, tepki çeken yaklaşımlar ve devletler de bunlara genelde dikkat ediyorlar. Şi ve Selman’ı ortaklaştıran ve bu hususu bildirilerinde vurgulamaya iten sebep bu türden bir içişlerine karışmama değil. Onların dünyaya duyurmak istedikleri insan hakları konusunda birbirlerine eleştiri yöneltmemeye dayalı bir “otoriter kardeşliği.” Dünyaya övünerek duyurdukları şey kendi toplumlarına göz açtırmamaları, medyanın özgür olmaması, hiçbir ülkenin Suudilere bu devirde kadınların otomobil kullanmamasının tuhaflığını hatırlatmaması, hakkını aramak için sokağa çıkan insanların cep telefonuna tehditvari mesajlar gelinmesini başka toplumların dert etmemesi. Bildiride “Doğu medeniyetlerinin zengin değerlerinden” söz ederek, konuyu artık bayatlamış bir kültürel göreceliliğe çekmeye çalıştıkları, “Doğu’dan bir Huntingtonculuk” yaparak konuyu medeniyetçiliğe çekmeleleri, kendi halklarını ezmelerine buradan meşruiyet üretme çabaları. İstedikleri düzen, içişlerine karışmama ilkesini, İran gibi protesto amacıyla sokağa çıkan gençlerin alalacele yargılanarak meydanlarda vinçle asılmasına, Suudi Arabistan’da kafalarının kılıçla kesilmesine itiraz gelmemesi. Bu konuda en küçük bir eleştiriye tahammül etmemeleri, Batı’yı ellerindeki enerji kartını kullanarak dize getirmeyi başarı saymaları.

Körfez ülkelerinin derdi ne?

Başta Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri ABD karşısında ellerini güçlendirmeye çalışıyorlar. BAE’nin daha ihtiyatlı davrandığı, örneğin Şi ile yapılan zirveye Emir Zahyan yerine yardımcısını gönderdiği görülüyor. Mısır da dahil olmak üzere hepsi Çin ve Rusya’nın uluslararası sistemde açtığı gediği değerlendirmeye çalışıyorlar. ABD’nin aynı anda hepsini birden karşısına almasının, Çin ile küresel rekabet, Rusya ile Ukrayna üzerinden hesaplaşmaya girdiği bir döneminde mümkün olmadığını görüyorlar, hareket alanlarının daha geniş olduğunu biliyorlar.

Suudi Arabistan bu konuda sınırları en fazla zorlayan ülke oldu. 2017’de ABD genç Prens Selman’ın ülkenin fiili yönetimini ele geçirmesine destek olduğunda, sonrasında muhtemelen işinin böylesine zorlaşacağını tahmin etmemiş. Selman’ın en iddialı hamlesi sık sık Çin ile petrol ticaretinde Yuan’ın kullanılabileceğini dile getirmesi. Çin ilk kez 2018’de böyle bir öneri getirmişti. Son ziyarette Şi bu yöndeki çağrısını yineledi. Bunun gerçekleşmesi düşük olasılık. ABD ve Suudi Arabistan 1974’te petrolün dolarla satılması, karşılığında biriken dolarların ABD (ve Batı) bankaları ve Hazine bonoları alımıyla ve karşılığında mal satışıyla tekrar ABD (ve Batı’ya) dönmesi konusunda anlaştılar. Diğer petrol ve doğal gaz üreticileri de bu sisteme dahil oldular. Bu ABD hegemonyasının finansal ayağını güçlendiren bir hamle oldu. ABD istediği kadar açık verebilir hale geldi. Günümüzde hala dünyada petrol satışının yüzde 80’i dolarla yapılıyor. Finansal işlemlerde bu oran yüzde 88’i buluyor. Çin-Suudi Arabistan petrol ticareti 40 milyar dolar civarında. İlk bakışta bu küresel finans ve ticaret içinde çerez parası olarak görünüyor. Ama gerçekleşirse ciddi riskler içeriyor. Öncelikle, ABD hegemonyası çok hassas bir yerden darbe alacak. Bu sistem tutarsa, Suudi Arabistan’ı diğerleri takip edebilir.

Bir süredir Rusya ile Hindistan da Ruble-Rupi sistemine geçmeye çalışıyorlar. Ama bir türlü teknik konularda anlaşamadılar. İki küresel dev arasında yerel parayla petrol ticareti jeopolitik bir dönüşüm yaratır mı sorusu akla geliyor ama toplamda bahsettiğimiz rakam 18 milyar dolar. Bir karşılaştırma yapmak gerekirse, Almanya’nın yalnızca İngiltere’ye tek bir otomotiv ihracatı kalemi yaklaşık bu kadar.

Petrol ve doğal gaz ticaretinde dolar dışı ödemeye geçmek sigorta sisteminden taşımaya, Swift yerine hangi bankacılık sisteminin kullanılacağına, (Çin Cips adında bir sistem geliştirdi) dolar dışında biriken rezervin nerede tutulacağı ve sonra ne yapılacağına dair bir çok bilinmeyeni içinde taşıyor. Örneğin, teorik olarak Suudiler toptan Yuan ile ticarete geçseler, ellerinde biriken Yuan’ı ne yapacaklar? Bunu götürüp Çin bankalarına yatırmaları gerekecek. Bu da bambaşka ve belirsiz bir düzene geçmek demek. Ayrıca, ABD’li yetkililerin el altından Selman’ı Yuan konusunda uyardıkları haberleri de medyaya yansıdı.

O yüzden şu anda Selman’ın çıkışı ABD karşısında seçeneklerinin olduğunu göstermeye çalışan bir zemin yoklama, el artırma ötesinde bir anlam taşımıyor. Geçmişin petrodolar sistemindeki en önemli değişiklik, Körfez ülkelerinin enerji ihracından elde ettikleri gelirin bir kısmını tüketim maddeleri almak için Çin’den ithalatı finanse ediyor olmaları.

ABD Latin Amerika’dan Körfez bölgesine, Balkanlar’dan Güney Afrika’ya dünyanın birçok bölgesinde Çin’in varlığını kabullenmek zorunda kaldı. Bunu artık değiştirme imkanı yok. Körfez en hassas ve ABD’ye en bağlı, en sadık bölgelerden biriydi. O açıdan Çin bu bölgeyi özellikle hedefledi.

Yine de, Çin’in hamleleri ABD’nin yerini almaya yetecek nitelikte değil. Örneğin, Çin bölge ülkeleriyle bir serbest ticaret anlaşması imzalayamadı, savunma ve askeri bağları çok zayıf. Bölge ülkelerinin savunma sistemleri uzun yıllardır ABD silahlarına bağlı. Bu derin bağı koparmak ve değiştirmek mümkün değil. Ama ABD artık geçmişte hakim olduğu bölgeleri parça parça Çin ile paylaşmak zorunda kalıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İLHAN UZGEL Arşivi
SON YAZILAR