Devletin göğsüne bastırırken kırdığı çocuklar

Bu ülkenin çocuklarla olan ilişkisi, ancak şaka ile trajedi arasında gidip gelen bir sarkacın şizofren eğrisiyle açıklanabilir.

Türkiye’nin ‘çocuklar için resmi bayram ilan eden tek ülke’ olmasının sevinci ve şaşkınlığının aynı anda yaşanıyor olması, boşuna değil.

Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923 yılından bu yana göğsünün üzerinde gururla taşıdığı madalyanın arkasında, bugün cezaevlerinde 3 binin üzerinde çocuk olduğu yazıyor.

Biz bayram hediye edip sonra unutmuşuz ama, Birleşmiş Milletler çocukları hiç gündeminden düşürmemiş. Eğitimden sağlığa, psikolojiden kriminolojiye ne kadar disiplin varsa, çocukları mercek altına alan bir çok düzenleme yapmış. Uluslararası sözleşmeler aracılığı evrensel güvenceye alınmışlar.

Türkiye bu gelişmeleri hep takip etmiş, ama biraz tedirgin ve ürkek adımlarla izlemiş.

Aslında özü itibarıyla ileri bir düzenleme olan Çocuk Koruma Kanunu, 2005 yılındaki Avrupa Birliği uyum sürecinde biraz aceleye getirilmiş, bir çok eksik ve aksaklıklarıyla yürürlüğe girmiş.

Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Sosyal Hizmet Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlhan Tomanbay bu düzenlemeyle ilgili “ Bu ‘Koruma’ değil, bir cezalandırma yasasıdır” diyor.

İlhan Tomanbay’ın 2011 yılında yaptığı “AVRUPA BİRLİĞİ ÜLKELERİNDE ÇOCUK KORUMA ANLAYIŞI VE TÜRKİYE’DEKİ ÇOCUK KORUMA KANUNU” başlıklı çalışmasında, yasayla ilgili eleştirilerinin nedenini şöyle açıklıyor: “ Çağdaş anlayışta ‘çocuk’ gözaltında tutulamaz, yargılanamaz ve cezalandırılmaz. Çünkü çocuktur. Ehil değildir. Çocuk sadece eğitilir ve geliştirilir. Bu nedenle çocuk için ceza, hele hele ağır ceza, oluşturucu ve eğitici değil, yıkıcı ve toplum dışına iticidir

OKUL BAHÇESİNDEKİ KAVGA

İstanbul Küçükçekmece ortaokulda öğrencisi olan 12 yaşındaki Samet Gül, öğle tatili sırasında bahçede oynarken, aniden fenalaşarak yere yığıldı. Öğretmenler ambulans çağırdı ve hastaneye kaldırıldı, fakat kurtarılamayarak hayatını kaybetti.

Olayın ardından Samet Gül'ün annesi Sevdet Gül, oğlunun olaydan önce bir grupla kavga ettiğini öne sürerek polise şikayetçi oldu.

Yapılan soruşturma sonucunda, M.N.O adlı öğrencinin bahçede fenalaşmasından 15 dakika önce Samet Gül'e vurduğu belirlendi.

14 yaşındaki M.N.O, emniyetteki işlemlerden sonra adliyeye sevk edildi ve tutuklandı.

KİMLER NASIL SORUŞTURDU?

Medyada olay bu kadarıyla özetlendiği için, detayları bilmiyoruz.

Örneğin, Çocuk Koruma Kanunu’na göre, MNO herkesten önce, sosyal hizmet görevlisi ile görüştürülmeli, sosyal inceleme yapılmalıydı.

Bunlar yapılıp yapılmadığını da bilmiyoruz.

M.N.O‘nun ifadesinin alınması sırasında yanında sosyal hizmet uzmanı var mıydı, o da muğlak?

M.N.O’nun karşısına çıkarıldığı hakim dosyasını incelerken, sosyal hizmet uzmanının verdiği raporu kontrol etti mi? Yoksa böyle bir rapor yok muydu? Eğer rapor yoksa, savcıya “ Nerede bu rapor?” diye sordu mu?

Bu soruları hakime güvenmediğimizden veya şeytan kulağımıza fısıldadığı için sormuyoruz.

SOSYAL UZMAN KRİTERİ

Prof. Dr. İlhan Tomanbay’ın bu sorulara karşı söyleyecekleri var:

Yasada, ‘çocuğun ifadesinin alınması veya çocuk hakkındaki diğer işlemler sırasında, çocuğun yanında sosyal çalışma görevlisi bulundurulabilir’ denmektedir. Bulundurulabilir, demek sosyal çalışma görevlisinin çocuğun yanında bulundurulması zorunlu değildir, demektir. Oysa yargı karşısındaki “çocuğun” ya da gencin yanında bir sosyal çalışma görevlisi onun için rahatlatıcı ve sakinleştirici bir destektir. Adli yargılamayı kolaylaştıracak ve doğru kararı sağlayacak bir ögedir. Yargıcın gündelik kararına bırakılmamalıdır

Tomanbay’ın bir önerisi de var:

Cumhuriyet savcısı soruşturma sırasında gerekli görüldüğünde çocuk hakkında koruyucu ve destekleyici tedbirlerin uygulanmasını çocuk hâkiminden isteyebilir.” denerek sosyal çalışma görevlisinin yokluğunun yarattığı boşluğun doldurulması kaygısıyla olacak, savcının müdahalesini getirmiştir. Oysa, düzenleme öyle olmalıydı ki, bu önlemlerin uygulanmasını bizzat sosyal çalışma görevlisi de isteyebilmeliydi. Çünkü, çocuğun yüksek yararı bu alanda öğretim görmüş elemanlar, bir savcıdan herhalde daha iyi görebilir, değerlendirebilirler

CEZAEVİNDE ÇOCUK OLMAK

Sonuç olarak, M.N.O yaklaşık 10 gündür cezaevinde.

Çocukların, ailesiyle haftada sadece 10 dakika telefonla görüşme, ayda bir kere 45 dakika yüz yüze görüşme hakları var.

Ve ne çok özlemiştir annesine sınırsız sarılmayı, evini, yatağını, derslerini, sokağını?

Gece yatağa girdiğinde aklından neler geçiyordur acaba?

Hakim, 14 yaşındaki bir çocuğu neden tutuklama gereği duydu acaba? Hem de, arkadaşının ölümünden sorumlu olduğu henüz belli değilken ve başka tedbir seçenekleri varken…

Oysa ceza kanununda 15 yaşını doldurmamış olanların işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamaması veya davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmemiş olması hâlinde ceza sorumluluğu yoktur. Ancak bu kişiler hakkında çocuklara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur” denilerek koruma alınmıştır” diye düzenleme var.

Dosyasında hangi bilgi ve belgeleri gördüyse, M.N.O’ nun işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayabildiğine kanaat getirmiş olmalı.

ALMANYA’NIN YÖNTEMİ

Kafamdan geçen soruları, yıllarını çocuk yargılaması ve çocuk cezaevlerini incelemek, çözüm üretmeyi kendine mesele edinmiş olan Türkiye Barolar Birliği Çocuk Hakları Yürütme Kurulu Üyesi Av. Hasan Erdoğan’a aktardım.

Hasan Erdoğan derin bir iç geçirdikten sonra “ Suça sürüklenen çocuklarla ilgili büyük sorunlar yaşanıyor. Hakimler pek denetimli serbestlikten yana değiller. Çocuklar cezaevlerinde çok kötü şartlarda kalıyorlar. İleride suç makinasına dönüşmeleri için o kadar çok nedenleri oluyor ki… Almanya ise çocukların yargılanması konusunu çoktan çözdüler. Mahkemede hakim bir çocukla ilgili karar verirken, öncelikle sosyal uzman ve çocuk psikiyatristin analizlerine, raporlarına bakıyor. Cezaevi onlar için en son düşünülen bir sonuç. Çocukları cezaevlerinde değil, özel evlerde tutup, bilgi ve yeteneklerinin gelişmesine yoğunlaşıyorlar. Çocukları aileleri ve sosyal ortamlarından koparmıyorlar ” diye anlatıyor.

***

Bu ülkenin çocuklarla olan ilişkisi, hakikaten de ancak şaka ile trajedi arasında gidip gelen bir sarkacın şizofren eğrisiyle açıklanabilir.

Türkiye’nin ‘çocuklar için resmi bayram ilan eden tek ülke’ olmasının sevinci ve şaşkınlığının aynı anda yaşanıyor olması, boşuna değil.

Aragon’un “Ve kırar göğsüne bastırırken sevdiği şeyi” dizesinde olduğu gibi, devlet de özel bayram hediye ettiği çocuklara sarılması gerektiği zamanlarda, nedense hep hırpalar

Önceki ve Sonraki Yazılar
ADNAN EKİNCİ Arşivi
SON YAZILAR