ÖZER ÇELİKSÜNGÜ
Dünya Kupası’nı kapatırken
28 gün, 64 maçlık bir maratonun ardından Katar Dünya Kupası defterini kapattık. Katar, haklı olarak önce sportswashing ve FIFA üzerinden uygulattığı sansürlerle öne çıksa da günün sonunda futbol tarihin en özel ve unutulmaz turnuvalarından birine ev sahipliği yaptı. Eleme maçlarıyla arşa çıkan futbol kalitesi, beklenmedik takımların yazdığı güzel hikayeler, kupa tarihinin en çılgın finali ve beraberinde gelmiş geçmiş en iyi tartışmalarına son noktayı koymasıyla Katar hafızalarda kalıcı bir yer edindi.
Tarihin En İyi Finali
Taktiksel sürprizler, bireysel yeteneklerin iş çözücülüğü, mucizevi geri dönüşler ve nefes kesen kırılma anları… Bir finalden daha fazla ne istenebilir ki? Tarihin belki de en iyi finali, bir yandan tarihin en iyi oyuncusunun gelmiş geçmiş en iyi statüsünü perçinler nitelikte oldu. Yani senaryo yazsak bu kadarını yazamayız.
En iyi isimlerin en görkemli performanslarını en büyük sahnede aynı anda birbirlerine karşı sergilemesi futbolu geçin, spor tarihinde nadiren görülür. Kylian Mbappe’nin hat-trick’i, Lionel Messi’nin iki golü, zor görünen her şeyi kolay gösterişi ve takımına gösterdiği liderlik akıl almaz seviyedeydi. Üzerine birde penaltılarda Emiliano Martinez’in zihinsel olarak bütün Fransa’yı domine edişi geldi. Penaltılarda asıl belirleyici gücün kaleciler olduğunu, Martinez sporun en büyük sahnesinde yeniden gösterdi ve kendini tarihe altın harflerle yazdırdı. Bütün bunların tek bir maçta, bir final maçında olması ise şimdi yazarken bile parmaklarımı karıncalandırıyor.
Bu maç, futbol maçlarının Olimpos’unda 1999 Manchester United-Bayern Münih ve 2005 Milan-Liverpool gibi maçların bile üzerinde yerini alacaktır.
Arjantin’e Parantez ve En İyi Tartışması
Finalden önceki yazımda Arjantin’in yolculuğunun turnuva takımı tanımına ne denli iyi uyduğunu söylemiştim. Finalde bunu taçlandırdılar. Sürekli gelişen bir oyun finalde en iyi seviyesine ulaştı. Ki finaller genelde en iyi futbolu izlediğiniz yerler değildir. Bu bakımdan Lionel Scaloni’nin başarısı takdire şayan.
Belki de bu açından Suudi-Arabistan karşısında alınan mağlubiyet Arjantin için gizli bir lütuf oldu. Çünkü o kusurlu kadro kazanarak başlasaydı Scaloni devamında bu kadar fazla deneme yapamaz, Enzo Fernandez, Julian Alvarez ve Alexis Mac Allister gibi isimleri keşfedemezdi. Her ne kadar Messi haklı olarak konuşulan figür olsa da bu isimlerin katkıları kuşkusuz büyüktü.
Günümüzde Dünya Kupası eski günlerdeki gibi futbolun nasıl oynandığını, yeni trendleri belirleyen bir merkez konumunda değil. Hatta günümüzde milli takımların çoğunlukla kulüp düzeyine göre çok daha basit bir oyun oynadıklarını söylemek mümkün. Birçok takımın simetri sağlamak ve rakibi karşılamak konusunda en basit olan 4-4-2 formasyonunu kullanması buna bir örnek. Üst seviyede kulüp düzeyinde bu formasyonu Inter dışında düzenli olarak göremezsiniz. Artık Şampiyonlar Ligi’nin bambaşka bir seviyeye ulaştığı düzlemde, Dünya Kupası üzerinden en iyiyi tanımlamak eksik ve haksız geliyor. Çünkü birçok oyuncu kazanabilecek pozisyonda olmak için daha iyi bir kulübe gidebilir ama aynı amaçla milli takımını değiştiremez. O yüzden Dünya Kupası en iyiyi belirlemede sabit bir parametre olarak kullanılmamalı.
Burada sabitin altını çizdim zira tamamen bir ölçüt olmaktan da çıkartılmamalı. Eğer kazanabilecek bir ülke veya takımdaysanız bunun üzerinden değerlendirilmelisiniz. Tam olarak da bu yüzden Lionel Messi’nin bu Dünya Kupası’nı kazanması artık tartışmalara son noktayı koyar nitelikte oldu. Günün sonunda Messi’nin Arjantin’de olmasından çok Arjantin Messi’ye sahip olduğu için şampiyon oldu. 35 yaşında hala böylesine belirleyici güç olabilmek gerçekten eşsiz. Tarihin en iyi futbolcusunun kariyerine neredeyse baştan sona tanıklık edebilme şansına eriştiğimiz için gerçekten çok şanslıyız.
Turnuvanın En Büyük Sürprizi
Final öylesine büyük bir hikaye yarattı ki turnuvanın diğer başlıklarına gelmek zaman aldı. İspanya ve Almanya’nın olduğu gruptan ikisini de yenerek 1. çıkan Japonya’yı ve muhteşem Luka Modric önderliğinde arka arkaya finale yükselmenin kıyısından dönen Hırvatistan’ı burada anmak lazım. Ama bu turnuvanın en büyük sürprizi tartışmasız şekilde Fas.
Dünya Kupası tarihinde yarı finale ulaşan ilk Afrika ve Arap ülkesi. Müslüman ağırlıklı bir ulus olarak bunu başaran da 2. ülke (ilki 2002 Türkiye). Bu açıdan elde ettikleri başarı gerçekten büyük bir mutluluk kaynağı. Afrika kıtasından bir ülkenin burada bir temsiliyet yaratması futbolun üzerindeki algıları kırar nitelikte. Faslıların bunu yaparken ortaya koydukları birlik ve beraberlik de takdire şayan.
Fas yarı finale kalırken turnuvanın Kosta Rika’dan sonra en az topla oynayan takımı oldu. Bunu duyunca ilk tepkiniz ‘negatif futbol’ olabilir ama bu Fas’ın oyununa büyük bir haksızlık olur. Sadece kapanarak Belçika, İspanya ve Portekiz gibi takımları yenemezsiniz. Walid Regragui takımının kazanabileceği en iyi stratejiyi belirlemiş ve takımını buna ikna etmiş. Zira bu tarz bir futbol oynamak, sürekli rakibin baskını absorbe etmek ve hücumda asla pozisyonunun dışına çıkmadan üretim yapmak ciddi bir konsantrasyon ve efor talep ediyor. Bir kişinin bile ikna olmadığı düzlemde un ufak olabilecek düzenle böylesine bir başarı yakalayan Fas bu yüzden turnuvanın en büyük sürprizi.
Katar İstediğini Elde Etti Mi?
Yanlış zamanda, bana kalırsa yanlış yerde mükemmel bir futbol organizasyonu izledik.
Özellikle grup maçlarında turnuvanın insanı hiç içine çekemeyen sıkıntılı bir hali vardı. Fakat eleme maçlarıyla beraber oynanan futbolun kalitesi öyle bir seviyeye yükseldi ki turnuvanın çehresi değişti. Eleme maçlarıyla beraber hemen hemen her gün bizlere güzel bir hikaye verirken bir yandan da neredeyse herkesin gönlünde olan ana hikaye Lionel Messi’nin Dünya Kupası kazanmasını da verdi. Sanırım Katar adına finalin Ronaldo Messi finali olması dışında bundan daha iyi bir senaryosu olamazdı.
Günün sonunda futbolla yazılan hikayeye bakarsak Katar kendini global arenaya tarihin en iyi Dünya Kupa’sı denebilecek bir kupayla açtı.