Şili’de anayasa referandumu

4 Eylül Pazar günü gerçekleşecek olan referandumda Şili’nin yeni anayasa taslağı oylanacak. Yeni anayasa taslak metni uluslararası kamuoyunda geniş biçimde tartışılıyor. Çok sayıda ülkeden sağ oluşumların bu metni hedef almaları konunun normalde Şili’yi pek takip etmeyen bazı ülkelerde de gündeme gelmesine yol açtı. 388 maddeli yeni anayasa taslağı metni 162 sayfadan oluşuyor. Alışıldık anayasa metinlerinin aksine oldukça detaylı bir belge. Belgeyi tüm yönleriyle ele almak mümkün olmasa da kısaca yeni anayasa taslağının öne çıkan bazı yönlerini değerlendireceğim.

Baştan şu notu düşmekte fayda var. Her ne kadar bu metnin referandumda kabul edilmesi ihtimal dahilinde olsa da yeni anayasa taslağının reddedilmesi olasılığı daha güçlü görünüyor. Son dönemde yeni anayasa taslağına olan destek görece yükseliyor gibi görünse de eğer anket şirketlerinin tamamı yanılmıyorsa taslağın 4 Eylül’de reddedileceğini öngörebiliriz. Bunun metnin önemini azaltacak bir durum olduğunu düşünmüyorum, zaten bu metnin uluslararası kamuoyunda şimdiden bu denli tartışılması da metinde ele alınan konuların önemini gösteriyor.

Devletin sorumlulukları, hangi alanlara ne şekilde ve ne dereceye kadar müdahale edilebileceği, bireylerin ve toplulukların hakları üzerine önümüzdeki yıllara damgasını vuracak çok ciddi tartışmaların Şili’nin yeni anayasa metnini şekillendirdiğini görüyoruz. Bu türden tartışmaların “devlet ekmek satar mı?” veya “devlet bardak üretir mi?” sığlığında gerçekleştiği Türkiye’de kamuoyu, mevcut hükümetin baskı politikaları sonucu entelektüel ortamın git gide daha da içinden çıkılmaz bir hal alan kısırlaşmasından dolayı bu tartışmaların genellikle yalnızca ABD popüler kültüründen tercüme edilen karikatür bir versiyonunu takip edebiliyor. Umalım ki alanın uzmanları önümüzdeki günlerde Şili anayasa taslağında kendini gösteren tartışmaları hak ettikleri ciddiyetle Türkiye kamuoyuyla paylaşma imkânı bulurlar.

ŞİLİ VE VATANDAŞLARI

Anayasa taslağı şu kısa açılış cümlesinden sonra doğrudan maddelere geçiyor: “Biz, çeşitli milletlerden oluşan Şili halkı olarak, katılımcı, eşitlikçi ve demokratik bir süreç sonucu üzerinde mutabakata varılan bu anayasayı özgürce kabul ediyoruz.” Burada “biz”in hem eril hem dişil versiyonunun kullanıldığını da not edeyim. Anayasanın ilk maddesi Şili’nin demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olduğunu belirtip, çokmilletli ve çokkültürlü yapının altını çiziyor. Anayasa önerisinde egemenliğin “çok milletten oluşan” Şili halkına ait olduğu belirtilmiş (3. Madde) fakat bundan sonraki kısımlarda “halk” ibaresi de çoğul biçimde kullanılmış.

Şili’nin coğrafi, doğal, tarihsel ve kültürel çeşitliliği içerisinde bölünmez bir bütün olduğunu (4. Madde) belirten metinde Şili’de çeşitli halkların ve milletlerin “devletin birliği çerçevesinde” birlikte yaşadıkları da kabul ediliyor (5. Madde). Aynı maddede yerli halklar Mapuche, Aymara, Rapanui, Lickanantay, Quechua, Colla, Diaguita, Chango, Kawésqar, Yagán, Selk'nam ve ismi geçmeyen diğer halkların kanunlara uygun biçimde tanınacağı da bildirilmiş. Yine, metinde devletin çokdilli olduğu, İspanyolca’nın (Castellano) resmi dil olduğu fakat yerli dillerinin de kendi bölgelerinde ve yerli halkların yoğun biçimde yaşadıkları bölgelerde resmi dil olarak tanındığı belirtilmiş (12. Madde). Aynı maddede, devletin bu dillerin bilinmesi, yeniden canlandırılması, değer ve saygı görmesi konusunda faaliyetler yürüteceği de yazıyor. Maddenin bir diğer vurgusu işaret diline yapılmış. Şili işaret dilinin sağır vatandaşların doğal ve resmi dili olduğu ve bu vatandaşların dilsel haklarının toplumsal hayatın tüm alanlarında tanınacağı belirtilmiş. 34. Madde’ye baktığımızda burada da yerli halklar ve milletler ile üyelerinin özerkliğe, özyönetime, geleneksel kurumlarının yetkilerinin ve otoritelerinin resmi olarak tanınmasına ve arzu ettikleri halde siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel hayata katılmaya hakları olduğunu görmekteyiz.

Görüldüğü üzere anayasa din, dil, ırk, etnisite, kültür vb. ortaklıklar üzerinden değil vatandaşlık bağı üzerinden bir tanım yapıyor. Çokkültürlü, çokmilletli, çokdilli, çokdinli bir grup insan Şili vatandaşlarını oluşturuyor. Şili vatandaşlığına başvurmak için de beş yıldır Şili’de yaşıyor olmak yeterli görülmüş (117. Madde). 160. Madde’ye göre beş yıldır Şili’de yaşayan bu kişiler seçme ve seçilme haklarına da sahip olacaklar.

Türkiye gibi dünya gündemini genellikle 30 yıl geriden takip eden bir ülkede anlaşılması güç olsa da yabancı uyruklu kişilerin yaşadıkları ülkelerdeki karar alma mekanizmalarına ne şekilde katılabilecekleri sorunu bir süredir çoğu ülkede kamuoyunu meşgul ediyor. Anayasanın taslak metninin yerel yönetimlerle ilgili kısmında da yerel yönetimlerin bölgelerinde yaşayanlara (vatandaşlara değil yaşayanlara) kamuyu ilgilendiren kararlara bireysel ve kolektif katılma hakkı tanıyacağı (191. Madde) belirtilmiş. Birçok vatandaşın sistematik olarak ayrımcılığa maruz kaldığı ve siyasal birlikte yaşama kültürü Latin Amerika ülkeleri kadar dahi gelişememiş bir ülkede yabancıların siyasal karar alma mekanizmalarından dışlanmasının normal karşılanması gayet olağan ama yıllarca vatandaşı olmadığı ülkelerde yaşayıp çalışan insanların neden günlük hayatlarını doğrudan etkileyen konularda yerel karar alma mekanizmalarına dahil edilmediklerini gittikçe sıklaşan biçimde sorguladıkları görülüyor. Şili anayasa taslak metnine bu maddenin eklenmesinin böyle bir sosyopolitik altyapısı var.

YEREL YÖNETİMLER VE ÖZERKLİK

Şili’nin yeni anayasa taslağında yerel yönetimlerin güçlendirildiğini görüyoruz. Taslakta yerel yönetimlerin siyasi, idari ve finansal özerkliğe sahip oldukları (187. Madde) ve bu yönetimlerin siyasal ve bölgesel temelinin özerk komünler olduğu (201. Madde) belirtilmiş. Burada benimsenen anlayış yerel yönetimlerin yalnızca belediyelerle sınırlı biçimde dar bir kavrayışına değil daha geniş bir özerklik kavrayışına dayanıyor.

Bu çerçevede yeni anayasa taslağı, yerli halkların ve milletlerin kendi eğitim kurumlarını oluşturma haklarını tanıyor (36. Madde). Keza yerli halklar ve milletlerin geleneksel ilaçlarını ve sağlık pratiklerini sürdürmeye ve bu pratiklerde kullanılan doğal bileşenleri muhafaza etmeye hakları olduğu da belirtilmiş (44. Madde). Yine, yerli halklar ve milletlerin hukuki sistemlerinin resmi olarak tanınması ve bu sistemlerle devlet kurumları arasında işbirliği yapılması da öngörülüyor (309. Madde). Bu düzenlemeler birden fazla hukuk, eğitim, sağlık düzeninin eşzamanlı olarak varolabilecekleri bir siyasal yapılanma öngörüyor.

HAKLAR

Taslak metin vurguladığı çeşitli haklar yüzünden çokça eleştirildi. Gösteri ve toplantı (75. Madde), ifade özgürlüğü (82. Madde) ve basın özgürlüğünü (83. Madde) düzenleyen maddeler bu eleştirilere konu olmadı. Bu türden temel hak ve özgürlükler, bunları “kamu düzeni”, “genel ahlak”, “milli güvenlik”, “Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması”, “başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması” ve çok sayıda başka gerekçeyle kısıtlamaya olanak sağlayan anayasaların yürürlükte olduğu ülkelerde tartışma konusu oluyor. Şili’de tartışma yaratan hak tanımları daha farklı maddelere ilişkin.

En çok tartışılan konu hiç kuşkusuz toplumsal cinsiyete ve cinselliğe ilişkin haklar. Örneğin kadınlar ve erkeklerin, cinsel ve toplumsal cinsiyet temelli çeşitliliklerin eşitliğini düzenleyen 6. Madde önemli tartışma konulardan çünkü kamu yönetimi organlarında yüzde 50 kadın kotası getirilmesini de öngörüyor. Devletin kadınların, kız çocuklarının, cinsel ve toplumsal cinsiyet temelli çeşitliliklerin toplumsal cinsiyet eşitliğini kamusal ve özel alanda güvence altına alacağını düzenleyen 25. Madde ve devletin toplumsal cinsiyet şiddetini ve bunu mümkün kılan sosyokültürel kalıpları ortadan kaldırmak için gerekli önlemleri almakla yükümlü olduğunu belirten 27. Madde de tartışmaya konu olan maddeler arasında.

Özellikle tepki çeken maddelerden biri 40. Madde. Bu madde herkesin temel cinsel eğitim alma hakkına sahip olduğunu belirtiyor. Düzenlemeye göre bu eğitim cinsellikten tam ve özgür biçimde zevk alınmasını, cinsel-duygusal sorumlulukları, özerkliği, özbakımı ve rızayı, farklı cinsel ve toplumsal cinsiyet kimliklerini ve ifadelerini destekleyecek. Bu eğitimin aynı zamanda toplumsal cinsiyet kalıplarını yıkmayı ve cinsellik ve toplumsal cinsiyet temelli şiddetin önüne geçmeyi amaçladığı da belirtilmiş. Bu madde, okullarda cinsellik eğitimi verilmesini sağlayacağı için eleştiriliyor.

Emekçi hakları da tepki çeken başlıklar arasında. Özellikle 46. Madde sıklıkla gündeme geliyor. Burada çalışma hayatında ayrımcılık yapılması ve keyfi işten çıkarmalar yasaklanıyor, eşit işe eşit ücret ilkesi benimseniyor. Bunun yanı sıra zorla çalıştırma, aşağılayıcı ve küçük düşürücü çalışma koşulları da yasaklanıyor. Ev içi emeğin tanındığı 49. Madde de konuşulan maddeler arasında.

Öne çıkan başka bazı haklara da kısaca değineyim. 24. Madde geçmiş insan hakları ihlallerinin açığa çıkarılması konusunda mağdurların ve topluluğun hakikati öğrenme hakkını düzenliyor, Pinochet rejimiyle yüzleşme yönünde oluşturulacak mekanizmaların da önünü açmış oluyor. 37. Madde akademisyenlerin özgür tartışma ve araştırma yapma haklarını güvenceye alıyor. 50. Madde bakım (cuidado) hakkını, 52. Madde şehir hayatına katılma hakkını, 53. Madde güvenli ve şiddetten uzak yaşama hakkını düzenliyor. Taslak metinde gıda güvenliği ve sağlıklı beslenme hakkı (54. Madde) da düzenlenmiş. Su (57. Madde), enerji (59. Madde), dijital bağlantı (90. Madde) gibi hizmetlere erişim hak olarak tanınıyor, devletin bu hizmetleri sağlama yükümlülüğü belirtiliyor. 91. Madde herkesin boş vakte, dinlenmeye ve özgür zamanın tadını çıkarmaya hakkı olduğunu belirtirken 92. Madde kültürel ve sanatsal yaşama özgürce katılma hakkını düzenliyor. 100. Madde’de tüm kişi ve halkların kendi dilinde iletişim kurma ve bu dili tüm alanlarda kullanma hakkı olduğu ve hiçbir insanın veya grubun dilsel sebeplerle ayrımcılık göremeyeceği belirtilirken, 105. Madde temiz havaya erişim hakkını tanıyor.

Doğanın hak sahibi bir özne olarak tanınması tepki çeken konulardan bir başkası. 103. Madde doğanın saygı görme ve varlığını sürdürme hakkını tanıyor, devlet doğanın haklarını korumayı garanti ediyor. 131. Madde’de devletin hayvanları korumakla yükümlü olduğu ve “hayvanlara saygı” eğitimi verileceği belirtiliyor. 39. Madde’de de devletin çevrenin ve doğanın korunması için ekolojik bilinç oluşturmak üzere çevre eğitimini garanti altına alacağı yazılmış. Ötenazi hakkını düzenleyen 68. Madde’nin de tepki çektiğini belirteyim. Herkesin sığınma hakkı olduğunu düzenleyen; baskı görme, insan hakları ihlalleri, yaşamını ve özgürlüğünü kaybetme riski bulunan hiçbir sığınmacının zorla iade edilemeyeceğini taahhüt eden 71. Madde ise takip edebildiğim kadarıyla pek tartışılmadı. Herkesin dijital eğitime, bilgi edinmeye, teknolojik dil öğrenmeye hakkı olduğu (90. Madde) türünden ibareler devletin toplumsal yaşama müdahalesi çerçevesinde daha yoğun biçimde tartışılmakta.

Yapılan eleştirilere geçmeden önce kısaca yeni anayasa taslağının eğitimle ilgili kısımlarına biraz daha değineceğim. 35. Madde herkesin eğitim hakkına sahip olduğunu belirttikten sonra, eğitimin devletin en önemli ve kaçınılmaz görevi olduğunu iddia ediyor. Eğitimi yaşam boyu süren bir öğrenme süreci olarak tanımlayan madde, diğer hakların kullanılabilmesi için eğitim hakkının vazgeçilmez olduğunu belirtiyor. Buna göre eğitimin amaçları arasında ortak yarar, toplumsal adalet, insan haklarına ve doğaya saygı, ekolojik bilinç, halkların demokratik biçimde birlikte yaşaması, şiddetin ve ayrımcılığın önlenmesi, çeşitli bilgiler kazanılması ve eleştirel düşüncenin ve kapsamlı gelişmenin sağlanması var. Eğitimin ayrımcılık değil işbirliği, içerme, adalet, katılım, dayanışma, kültürlerarasılık, toplumsal cinsiyet yaklaşımı, çoğulculuk ve anayasada belirtilen diğer ilkelere dayandığı aynı maddede düzenlenmiş. Eğitimin bağlamsallaştırıldığı; eğitim hizmetlerinin sunulmasında bölgesel, kültürel ve dilsel aidiyetlerin göz önünde bulundurulacağı da belirtilmiş.

ELEŞTİRİLER

Anayasa taslak metnine dair gözüme takılan bazı eleştirilere burada hızlıca değineceğim. The Economist’in yayımladığı bir yazıyla başlıyorum. Bu yazıda eleştirilen yaklaşımlardan biri doğanın haklarından söz edilmesi. Doğa hakları ibaresi rahatsızlık yaratıyor çünkü Latin Amerika’da ulusötesi şirketlerin ve yerli işbirlikçilerinin ekonomik çıkarları büyük oranda ekstraktivist politikaların devamına dayanıyor. Doğanın hakları olması demek başta maden ve enerji şirketleri olmak üzere bu türden oluşumların kâr elde etmek adına doğa talanını sürdüremeyecekleri anlamına geliyor. Bu madde üzerine yapılan tartışmalar bu yüzden önemli. Metnin büyüme ve iş dünyası (business) dostu olmadığı tespiti de bununla ilişkili. Doğayı korumaya öncelik veren, işçilerin yaşam ve çalışma koşullarının iyileştirilmesini hedefleyen bir düzenleme doğal olarak Latin Amerika’da iş dünyası dostu sayılmıyor.

The Economist yazarı, sendikalara fazla hak verildiğinden ve işten çıkarmaların çok güçleştiğinden de şikayet ediyor. “Gönül rahatlığıyla istediğimizi işten atamayacak mıyız?” sorusu satır aralarında okunabiliyor. Toprak sahiplerinin topraklarında bulunan doğal su kaynakları üzerindeki haklarını kaybedebilecekleri “tehlikesinin” de altı çizilmiş. Sosyoekonomik hakların bütçeye yük bindireceği, konut spekülasyonunun yasaklanması gibi düzenlemeler büyük tepki görüyor. Kâr amaçlı eğitimin kaldırılması, hayvan haklarının tanınması, sıklıkla tekrarlanan toplumsal cinsiyet vurgusu, barınma hakkını ve spor hakkını düzenleyen maddeler de eleştiri ve alaylardan nasibini almış.

Financial Times’ın yayımladığı bir yazıdaysa devletin yerel medyadan Şili mutfağının korunmasına dek her alana müdahil olması eleştiriliyor. Doğanın korunması vurguları burada da eleştiriliyor, Şili ekonomisinin en önemli sektörlerinden madenciliğin zarar göreceği, yeni madenlerin açılmasının güçleştirildiği, bu yüzden gelir kaybı yaşanacağı belirtilmiş. Anayasada benimsenen çokkültürcülüğün bölünmeye yol açacağı korkusu da yazıda geçiyor. Financial Times’ın editör ekibi tarafından İngilizce olarak yazılan bu yazıdaki bölünme korkusu beni çok etkiledi. Financial Times editörlerinin Şili’nin bölünmez bütünlüğü konusundaki hassasiyetleri gerçekten göz yaşartıcı.

Daha muhafazakâr kaynaklara baktığımızda bu kez bölünme korkusunun yalnızca etnik değil cinsel temelli bölünme ihtimaliyle de ilişkilendirildiğini görmekteyiz. Katolik Kilisesi’nin nüfuzunun zayıflayacağı, ateistlere pozitif ayrımcılık uygulanacağı, kamu hastanelerinin iyi Hristiyanların vergileriyle kürtaj hizmeti sunacağı korkuları da sıralanmış. Cinsel eğitim hakkı ve toplumsal cinsiyet vurguları da eleştirilirken, bu anayasayla birlikte yerlilerin herkesten daha eşit olacağı gibi gülünç iddialara da yer verilmiş. Şili sağının önemli bir kısmının da yeni düzenlemeyi “yerli monarşisi” vb. değişik ibareler kullanarak eleştirdiklerini belirteyim.

BİTİRİRKEN

Şili’nin yeni anayasa taslağı üzerine yürütülen tartışmalar önümüzdeki dönem dünya siyasetinde ön planda olacak bazı çatışma alanlarını gösteriyor. Bunlardan birincisi doğa talanı ve ekolojik tahribat yaratan çokuluslu ve ulusötesi şirketlerin yerel yönetimler, devletler, uluslararası örgütler, sivil toplum kuruluşları, akademi vb. kurumlar tarafından ne şekilde ve ne dereceye kadar kısıtlanabileceği. Kolombiya’nın yeni başkanı Petro’nun seçim öncesi vaatlerinde de ekstraktivizm karşıtı politikaların ve fosil yakıt ve maden şirketlerin faaliyetlerinin sınırlandırılmasının önemli yer tuttuğunu belirtmiştim. Önümüzdeki dönemde benzer tutum alan sol siyasetler ekonomik büyümeye ve kalkınmaya zarar vermekle suçlanacaklar. Çevre ülkelerden merkez ülkelere büyük miktarda doğal kaynak aktarımı anlamına gelen ekstraktivizmin ve yarattığı ekolojik tahribatın çokuluslu ve ulusötesi şirketlerin kârından ziyade doğası sömürülen ülkeler için ekonomik kazanç anlamına geleceği öne sürülecek. Bu söylem Latin Amerika’da son seçimlerde tutmadı ve ekstraktivizm karşıtı pozisyon benimseyen sol adaylar seçimleri kazandılar.

İkinci önemli tartışma yerel yönetimlerin özerkliği üzerine gerçekleşiyor. Merkez hükümetler lehine yerel yönetimlerin yetkilerini kısıtlama eğilimi gittikçe güçleniyor. Bu şekilde daha çabuk ve etkili karar alınabileceği öne sürülüyor. Otoriter neoliberalizmin bu yönüne daha önce kısaca değinmiştim. Mevcut gidişat merkez hükümetin yetkilerinin olabildiğince artırılması yönünde.

Emekçilerin temel kazanımlarına yönelik saldırılar da bir başka çatışma alanı oluşturuyor. Sendikal haklar uzun süredir neoliberal politikaların saldırısı altında. Neoliberal yönetimler performans kriterleri, sözleşmeli istihdam, taşeron işçilik gibi yöntemlerle emekçilerin temel haklarını ellerden almakta. Bu duruma emekçiler lehine müdahale girişimleri devletin özel sektöre müdahalesi olarak yorumlanıyor.

Yukarıdaki başlıklar ekonomik kriz ortamında sağ siyasetlerin konumunu korumasına yetmiyor. İnsanlar mevcut ekonomik koşulların kendileri lehine olmadığını fark edebiliyorlar. Bu yüzden asıl kırılma ayrımcılık karşıtı düzenlemelerde yaşanıyor. Kadınlara, LGBTİ+ bireylere, etnik ve dinsel azınlıklara, göçmenlere ve emekçilere yönelik ayrımcılıklarla mücadeleyi öngören düzenlemeler büyük tepki çekiyor. Anayasa Mahkemesi üyelerinin en az yarısının kadın olması yönündeki bir düzenleme bu yüzden büyük tepki çekebiliyor. Böyle durumlarda örneğin imtiyazlarını kaybetmek istemeyen çok sayıda erkek sanki kadın kotası gelmese kendileri Anayasa Mahkemesi üyesi olacakmış gibi bir şevkle düzenlemeye saldırıyor. Sosyoekonomik krizlerin yarattığı öfke göçmenlere, etnik ve dinsel azınlıklara ve kadınlara yönlendirilirken bu düşmanlaştırıcı politikalar anti-entelektüel söylemle destekleniyor. Latin Amerika’nın yeni sol dalgasında bu düşmanlık politikalarının her zaman işe yaramadığını gösteren çok önemli dersler var.

Şili’nin yeni hükümetinden kaynaklanan sorunlara daha önce değinmiştim. Yeni anayasa taslağının da sorunlu maddeleri hiç az değil. Özellikle başkana olağanüstü hal ilan etme yetkisi veren maddeler (302-306) veya polisin ve askerin sendikaya üye olmasını ve grev yapmasını yasaklayan düzenlemeler (47. Madde) anti-demokratik uygulamaların önünü açıyor. Kaldı ki, şimdiye dek yerli halklara yönelik izlenen baskı politikaları da anayasa maddelerinin siyasal hayattaki etkisinin yeterli olmayacağını gösteriyor.

Yeni anayasa taslağının referandumda reddedilmesi ihtimali güçlü. Bu taslak kabul edilse dahi Şili’nin sorunlarını ortadan kaldırmayacak. Bunların ikisi de taslak metnin önemini azaltmıyor. Ezilen gruplara tek tek saldırarak toplumsal muhalefet alanlarını birer birer etkisiz hale getirmek isteyen bir rasyonaliteyle karşı karşıyayız. Türkiye örneğinde anti-feminist söylemi güle oynaya benimseyenlere bugün Türkiye’de sokakta en güçlü biçimde varlık gösterebilen hareketin feminist hareket olduğunu, bu hareketin bir şekilde sindirilmesinin Türkiye’yi şimdikinden de daha karanlık bir yere dönüştüreceğini hatırlatmak gerekiyor. Hiç kuşkusuz aynısı Kürt siyasal hareketi için, Alevi örgütleri için, LGBTİ+ aktivistleri için de geçerli. Hükümetin izlediği politikalardan yakınan çok sayıda insanın bu politikalarla ciddi anlamda mücadele eden toplumsal hareketlere saldırmaya teşvik edilmeleri Türkiye’ye özgü bir durum değil. Bununla beraber, Türkiye’de bu tartışmaları tuzu kuru bir takım “birinci dünya” sosyal medya fenomenlerinden takip edenler bu türden az sayıdaki muhalif hareketin itibarsızlaştırılmasının ülkeyi ne hale getirebileceğinin farkında değilmiş gibi görünüyor. Umuyorum ki bunu bizzat tecrübe ederek öğrenmek zorunda kalmazlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
SERHAT TUTKAL Arşivi
SON YAZILAR