ADNAN EKİNCİ
Yakarsa adliyeleri avukatlar yakar
Avukat Şeref Kısacık, Gaziosmanpaşa Adliyesi’nde 09.35’de başlayacak olan duruşması için, tam saatinde salonun kapısında beklemeye başladı. Dakikalar geçmesine rağmen salonun kapısı açılmıyor, kimse içeri alınmıyordu. Mübaşirin telaşlı olması dikkat çekiyordu, ara sıra hakimin odasına girip çıkıyordu. Bekleyenler arasında, hakimin rahatsızlanmış olabileceği konuşuldu. Mübaşir bir saat açıklama yapmak zorunda kaldı, hakim adliyeye henüz gelmemişti, odası boştu.
2019 yılında meydana gelen olayda, Avukat Kısacık’ın, adliyeden ayrılırken yazdığı ilginç dilekçesi ertesi gün Milliyet Gazetesi’nde yayınlanmış ve büyük sansasyon yaratmıştı.
ADLİYE DEPLASMANI
Bu olay için kimileri “ Ne var bunda? İnsanlık hali, belki başına bir şey gelmiş, o nedenle geç kalmıştır” empatisinde bulunmuş olabilir.
Ancak 2022’ye geldiğimiz halde, hakimlerin duruşma saatleri konusundaki tutumlarının değişmediğini, avukatların sosyal medya paylaşımlarından anlayabiliyoruz.
Ben artık avukatlık yapmıyorum ama arkadaşlarımla sık sık konuşuyoruz.
İstisnasız, hepsi mutsuz.
Adliyelerde hakim-savcı tahakkümümün her geçen yıl daha da arttığını, bu gelişmenin kendilerinde hukuka inançsızlık ve mesleklerine karşı da yabancılaşma duygusu yarattığını söylüyorlar.
İçlerinden bir tanesi “ Adliyelerde, deplasmana gitmiş takımların yaşadığı tedirginlik içindeyiz” esprisini yaparken, gülümsemiyordu bile.
ADLİ YIL AÇILIŞ TÖRENİNDEN KALANLAR
Aslında bu olup bitenlerin hiç biri sır değil. Barolar, sürekli avukatların maruz kaldığı baskılardan söz ettikleri için, neredeyse inandırıcılıklarını yitirecekler.
Tabi ki Adalet Bakanları da biliyor. Ancak, bu konuya çözüm bulmak bir yana, avukatları da yargının bir unsuru olarak gördüklerine dair, sarf ettikleri bir cümle bulmak çok zor.
Duruşma kapısındaki bekleme sendromunu, elbette Yargıtay başkanları da biliyorlardır, ama avukatlar onların da pek ilgi alanına girmez.
Yine de avukatlar, Yargıtay 1. Başkanı Mehmet Akarca’nın son Adli Yıl Açılış töreninde yaptığı konuşmada, bu konuya hiç değilse şöyle bir değinmesini beklemişlerdir.
Konuşmasında, tek bir kez bile ‘avukat’ kelimesi geçmediğini görünce, biraz gönül koymuşlardır diye, düşündüm.
BAROLAR BİRLİĞİ’NİN GEMİSİ
Oysa, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Erinç Sağkan’ın, aynı Adli Yıl Açılış Töreni’nde yaptığı konuşmasında hakim ve savcıların yaşadığı sorunlara da değinmekte bir beis görmemişti.
Başkanın, “ Hâkimlerin güvencede olmadığı bir yargının bağımsız olabilmesi mümkün değildir” şeklindeki sözleri, aynı adliye gemisinde olduklarına dair bir vurguydu.
Yargıtay Başkanı’nın konuşmasına Yargıtay’ın kendi web sayfasında, tam haliyle okumak istedim, henüz sayfaya konulmamıştı.
Geçen yıl yaptığı, 20021-2022 Adli Yıl Açılış konuşması vardı, onu okudum.
Tam 39 sayfa olan konuşma metni içinde ‘avukat’ kelimesi, “Bir hâkimin yaptığı hatayı kanun yoluna başvurarak düzeltebilirsiniz, ama bir avukatın yaptığı hatayı düzeltmenin yolu yoktur” şeklinde, sadece bir yerde ve negatif bir vurguyla geçiyordu.
Bat dünya, bat!
YARGININ KURUCU UNSURU EFSANESİ
Hiçbir mazeret bildirmeden avukatları duruşma kapısının önünde bir saat bekleten hakim ile Adli Yıl Açılış Konuşması’nda avukat kelimesini sadece bir kere zikreden Yargıtay Başkanı’nın konuşması arasında bir illiyet bağı kurulabilir mi, diye düşündüm.
Böyle kötü şeyler düşündüğüm için, kendime biraz kızdım.
Sonrada baroların hep söylediği gibi ‘avukatlık mesleğinin yargılamanın kurucu unsuru olduğu’na ilişkin iddiasının, aslında sadece laf-ı güzaftan ibaret olabilme ihtimali geldi aklıma…
Evde tek başına kaldığında kibritlerle oynayan küçük çocuğun yangın çıkardığı hikayesini hatırlayıp, kafamdaki soruları tekrar kutusuna doldurdum.
Düşüncelerimin peşine takılsam, konu gittikçe büyüyecek, alevler Anayasa Mahkemesi’ni bile içine alacaktı.
Gerçekten de, Anayasa Mahkemesi’nin: 2007/16 E, 2009/147 K, 08.01.2010-27456 tarih ve sayı ile Resmi Gazete’de yayınlanan kararında “ Hukuk devletinin olmazsa olmaz koşulu olan “bağımsız yargı’, yargının olmazsa olmaz koşulu olan “savunma’ ile birlikte anlam kazanır. Savunma,“ sav-savunma-karar’ üçgeninden oluşan yargının vazgeçilmez öğesidir. Adaletli bir yargılamanın varlığı, ancak avukatın etkin katılımıyla sağlanabilir” şeklinde bir hükmü vardı.
Böyle bir hüküm vardı ama, herhalde artık hükümsüzdü.
MLSA’NIN DAVA İZLENİMLERİ
Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği’nin (MLSA), aylık ve yıllık olarak yayınladığı bültenler var.
MLSA, 2018 yılından beri birçok uluslararası sivil toplum kuruluşu ile işbirliği içerisinde sadece basın, toplanma ve ifade özgürlükleriyle ilgili davaları takip ediyor.
Dernek, Mayıs ayında 13 gözlemci ile takip ettiği, 41 davanın 11 farklı şehirde görülen 43 duruşmasını izlemiş.
Mayıs ayı bülteninde “ Duruşmaların Başlama Zamanları” başlığı altında topladığı notlar şöyle:
“ Mayıs ayında takip edilen 43 duruşmanın 33’ü geç başladı. 1 duruşma planlanandan erken başlarken 9 duruşma ise zamanında başladı. Mayıs ayında takip edilen duruşmalar ortalama 95 dakika gecikme ile başladı. Bu dönemde İstanbul’da görülen iki davanın duruşmaları ortalamanın üstünde gecikme ile başladı. Gazeteci Metin Cihan’ın haber kaynağı olduğu iddia edilen bir kişi ile yargılandığı “TÜGVA davasının” 11 Mayıs’ta görülen üçüncü duruşması, mahkemenin iş yükü dolayısıyla 4 saat, Etkin Haber Ajansı (ETHA) muhabiri Ali Sönmez Kayar’ın sekiz kişi ile birlikte yargılandığı davanın 17 Mayıs’ta görülen 14. duruşması, mahkemenin iş yükü dolayısıyla 4 saat 5 dakikalık gecikme ile başladı. Mayıs ayında geç başladığı kaydedilen 33 duruşmanın 22’si mahkemelerin iş yükünün çok olmasından dolayı geç başladı. Geç başladığı kaydedilen 6 duruşma ise mahkeme başkanı ya da heyet üyeleri geciktiği için geç başladı. SOL Parti Keçiören İlçe Başkanı Murat Güzel’in yargılandığı davanın 10 Mayıs’ta görülen karar duruşması ise bir önceki dosyanın 10 tanığı olması ve tanıkların dinlenmesi sebebiyle geç başladı. Bu dönem geç başladığı kaydedilen duruşmalar, İstanbul (17), Diyarbakır (4), Ankara (2), Antalya (2), Batman (2), Van (2), Edirne (1), Hakkari (1), İzmir (1) ve Mardin’de (1) görülen davaların duruşmalarıydı”.
MESLEĞİ TERKETME DUYGUSU
Diyeceğim, adliyelerde fazla değişen bir şey yok, avukatların ‘duruşma kapılarında bekleme sendromu’ devam ediyor.
Bazı avukatlar artık meslekleri ile ilgili pek konuşmak istemiyor, konu açılsa bile mevzuyu değiştiriyorlar. Bazıları ise öfke katsayısı gittikçe artan bir tonlama ile anlatıyor yaşadıklarını.
İçlerinde, mesleğini bir han odasında tek başına sürdürenler de var, yanında 8-10 avukat istihdam eden de…
Hemen hepsi, ya ilk fırsatta avukatlığı bırakmayı düşünüyor, ya da başka bir iş yapmayı zaten denemiş ama umduğunu bulamadığı için, mesleğine dönmek zorunda kalmıştı.
BABA EVİNDEKİ AMELELER
Adliyelerde derin bir avukat yalnızlığı yaşanıyor.
Türkiye Barolar Birliği Başkanı Erinç Sağkan’ın, törende yaptığı konuşma sırasında, naklen yayının kesilmesinin bir anlamı olmalı.
Hakim ve savcıların yargılamayı, avukatlarla birlikte yer aldıkları ortak bir gemi olarak gördükleri filan yok.
Tam tersi, adliyeler onların zihin dünyasında ‘baba evi’
gibi yer alıyor.
Avukatlar ise, geçici statüsünde çalışan yevmiyeci ameleler gibi algılanıyor.
***
Ve hayat devam ediyor.
Avukatların uzun yıllardır maruz kaldığı bu ötelenme hali ve yaşadıkları huzursuzluk, nedense bana çok eskilerde kalmış “ Yakarsa dünyayı garipler yakar” adlı, damardan şarkıyı hatırlattı.