ÖZER ÇELİKSÜNGÜ
House Of Winners
EuroBasket, bizlere Eylül ayında bir basketbol şöleni sundu. Bu ay, iki farklı (1&2) yazıma konu olan turnuvadan şampiyon ayrılan taraf İspanya oldu. Artık EuroBasket’e veda ederken bizlere bıraktığı hikayelerine birlikte bakalım.
İspanyol basketbolu için bundan daha ihtişamlı bir yaz olamazdı. Hem kadın hem erkek alt yaş kategorilerinde bu yaz katıldıkları bütün turnuvaların hepsinde finale çıktılar. Fakat, EuroBasket’de ulaşılan şampiyonluk en azından bu turnuva özelinde beklenmedik oldu.
İspanya, normalde adını yazdığımızda daima şampiyonluk favorisi olarak geçecek bir basketbol ekolü. Ama mevcut kadrolarına baktığımızda jenerasyonlar arası geçiş sürecinde ve beklentisi olmayan bir kadro görüyorduk.
Kadrosunda ilk defa majör bir turnuvada oynayacak 7 oyuncu barındırıyor ve turnuva öncesi FIBA güç sıralamasında 8. sırada yer alıyorlardı. Bir perspektif sağlamak gerekirse aynı sıralamada biz 6. gösteriliyorduk.
Sergio Scariolo ve öğrencileri turnuvaya gelirken ki havayı da işin içine katınca gerçekten şapka çıkarılması gereken bir başarıya imza attı.
Ama turnuvanın içinde barındırdığı tek hikaye bu değil. Genel olarak bakılınca gerçekten tarihin en iyilerinden birisiydi denebilecek nitelikte bir EuroBasket izledik.
Poster çocuklarına ne oldu?
Giannis Antetokounmpo, Nikola Jokic ve Luka Doncic üçlüsünün turnuvaya gelişleri bütün basketbol camiasının odağını buraya kilitledi. Aktif olarak Dünya’nın en iyi 5 oyuncusu arasında diyebileceğimiz bu 3 ismin de turnuvaya katılmaları elbette onları turnuvanın yüzü ve takımlarını da doğal favoriler yaptı.
Bu üçlüden hiçbirinin çeyrek finalin ötesini görememesi belli kesimlerce hayal kırıklığı yaratmış olsa bile, sahada oynadıkları oyuna bakınca vaat edilenlerin altında bir şey görüldüğünü söylemek güç.
Günün sonunda elemeler bir maç üzerinden oynanıyor ve herkes herkesi bir maçta yenebilir. Örneğin; çeyrek finalde inanılmaz performanslarla Doncic’li Slovenya’yı yenmeyi başaran Polonya yarı finalde Fransa’dan 40 sayı fark yedi.
Başka bir örnekle daha desteklemem gerekirse EuroBasket’de en son arka arkaya aynı takımların final oynadığı son turnuva 1977’de oldu. Zamanın Yugoslavya’sı ve Sovyetler Birliği’nden beri EuroBasket’de aynı finali arka arkaya görmüyoruz.
Demek istediğim tek maçta her şey olabilir. Onları zaten cazip yapan bu. Poster üçlü, madalyaya ulaşamamış olsa bile bütün dünyayı hayran bırakacak nitelikte, rekorları altüst eden bir basketbol performansı sergilediler.
TÜRKİYE’NİN MACERASI
Son 16’da veda ettiğimiz turnuva, bizlere uçları yaşattı. Fransa karşısında neredeyse kazandık derken maçı uzatmada kaybedişimiz, Gürcistan maçı sonrası olanlar, Ergin Ataman’ın basın karşısındaki çeşitli açıklamaları ve oyuncu yakınlarından gelen tweetler…
Son bahsettiğim durumun magazinsel yanı daha yüksek ve artık geride kaldığını umaraktan işin basketbol tarafına bakmak istiyorum. Doğrusunu söylemek gerekirse ortaya çıkan tabloyu üzücü bulmamak elde değil.
Bunu turnuvada sahip olduğumuz kura şansından ötürü söylemiyorum. Asıl üzücü olan, hem koç hem de oyuncu tarafında ciddi yeteneklere sahip olmamıza rağmen turnuva boyunca bir oyun kimliğimizin olmaması.
Oyun kimliğine sahip olmak, sahada ne yapmak istediğini bilmek ve bir bütün olarak hareket etmek basketbolda yetenekten bağımsız unsurlar. Yetenek bunları ne seviyede iyi uygulayabileceğinizi belirler.
Ne yazık bu turnuvada yetenek baremi bizden çok daha düşük olan takımlar, maçlarında ortaya net bir oyun karakteri yansıtabildi ve bu sayede maçlar kazandılar. Bu kimlik, yer yer oyuncularla ama yer yer de koçların maç içi müdahaleleriyle oldu.
Turnuvaya gelirken arka arkaya EuroLeague şampiyonluklarıyla Avrupa’nın en formda koçu olan Ergin Ataman’dan şahsen bu çeşit bir koç imzasını bekliyordum. Fakat ne yazık ki buna dair herhangi bir şey göremedim. Biz son derece kopuk ve durağan bir oyun sergiledik. Maçlarda işlerin istediğimiz gibi gitmediği anlarda isyan eden kimseleri göremedik.
BURADAN NASIL DEVAM EDERİZ?
İlerlerken takımın yaş ortalamasına bakıp bu çocuklar daha gelişecek, yolları uzun diyebilirsiniz. Ama takımın 2023 Dünya kupasına ve 2024 Paris Olimpiyatlarına gitme şansının çok az olduğunu düşünürsek bu nüvenin en muhtemel gelecek turnuvası 2025 EuroBasket.
O döneme gelince de mevcut ana plan içindeki oyuncular 30’larına gelmiş olacak. Kadroda olan ama rotasyonda olmayan gençler ise ne yapar bilinmez. Zira şu an yüzleştiğimiz problem kaliteyle alakalı olmaktan çok madeni işlemekte.
Bizim artık ne olursa olsun sonuç alalımdan çıkıp biraz ortaya bir fikir koymaya çalışmamız lazım. Yoksa buyurun alın 2001’de, 2006’da, 2010’da sonuçlar aldık. Altyapı basketbolunda 95-96 jenerasyonu ile sayısız sonuç aldık. Ne değişti? Bunların ne etkisi oldu?
AVRUPA TURNUVASINDA LİDER AMERİKALILAR?
Ülke bazında atılan toplam sayılara baktığımızda turnuvanın lideri 870 sayıyla Amerika. Turnuvada takım olarak olmamalarına rağmen liderler. Bunun sebebi elbette hemen hemen her takımda bulunan devşirme oyuncular.
12 takımın kadrosunda yani turnuvaya katılan takımların yarısında Amerikalı devşirme bir oyuncu vardı.
Devşirme düzeni son derece hassas ve kendine ait özel bir analiz yazısı hak ettiğinden fazla detaya inmek istemiyorum. Fakat turnuvada belirleyici bir rol oynadıkları ortada.
FIBA ŞANSINI KULLANAMADI
Bu turnuva bizlere zirve bir basketbol sundu. Ama organizasyonel olarak bir faciaydı. Bu seviyede olmasına ihtimal verilmeyecek türden hakem hataları, güvenliği sağlanamayan oyuncular, maça yoldan taksi çevirip gelen takımlar ve sıklıkla karşılaştığımız boş tribünler…
FIBA’nın elinde değerli bir şans vardı. Lakin, yaptıkları hatalar ve bu hataları hiçbir şekilde kabul etmemeleriyle bence bu şansı batırdılar. Özü eğlence olan bir sektörde eğlenceyi öldüren tutumları bana gelecek EuroBasket’in bundan profil olarak çok daha düşük isimlere ev sahipliği yapacağı hissiyatını veriyor.
Defteri Kapatırken
EuroBasket bizlere tonla unutulmaz maç ve tarihe geçen bireysel performanslar sundu. Bu bolluk içinde ne yazık ki her takıma ve oyuncuya değinmek mümkün değil. Ama, grupta elenseler bile buraya maddi imkansızlıklardan ötürü son anda güç bela gelen ama mücadeleleri ile renk katan Bosna Hersek milli takımı ek bir parantezi hak ediyor.
24 takımlı formatıyla ilk defa denenen bir turnuvada iki takım haricinde rekabetin bu denli yüksek olması çok değerli ve basketbolun global olarak ne kadar geliştiğini bizlere anlatıyor.
Günün sonunda birçok takım ve bireyden bahsettik. Ama spot ışıkları başkalarının üstünde olsa bile kazanan değişmedi. O yüzden kapanışı Sergio Scariolo’nun bütün dünyaya yönelttiği o muzip soru/meydan okumayla noktalayalım: ‘’Bizi bu haldeyken bile yenemiyorsanız, ileride nasıl yeneceksiniz?’’